Corona (Korona) virüsü aslında hayvanlar arasında yaygın olan büyük bir virüs grubudur. 200’den fazla çeşidi vardır. Bazı hayvanlarda hastalık yaparken özellikle kanatlılarda hastalık yapmadan yalnızca taşıyıcı olarak bulunabilirler. İlk olarak 1960’lı yıllarda görülmeye başlamıştır. Bugün ise bu virüslerin yeni bir tipiyle karşı karşıyayız. Virüsün yol açtığı hastalığın adı Covid-19 olarak kabul ediliyor.

Bir çoğumuz virüse karşı hijyen konularında bilgilendirildik önlemler alıyoruz fakat virüslere karşı vücudumuzun içinde verilen savaş ve bunun beslenme ile ilişkisi önem arz etmektedir. Vücudumuz bir virüsle karşılaştığında iki tip savunma sistemi oluşturur. Birincisi hücresel savunma yani hücre içi savunma ikincisi ise hümoral yani hücre dışı savunmadır. Hücre dışı savunma hattında IgA, IgM ve IgG gibi antikorlar bulunur. Aşıyla yapılmak istenen antikor gelişimi aslında ikinci yani hücre dışı savunma sistemiyle ilgilidir. Fakat bu yolla bağışıklanmanın sağlanması için uzun süre gereklidir bu noktada hücresel yani hücre içi savunma daha önemlidir çünkü virüsler kendi başlarına hayatta kalamadıkları için canlı hücrelerin içine girip dna ya da rnalar üzerinde değişiklik yapmak zorundadırlar bu yüzden hücrenin iç kısmında verilen savaş daha büyük önem arz eder.

Virüsler hücrenin içerisine girip burada çoğalırlar buna karşılık viral savunma, makrofajları kullanır. Makrofajların silahı ise aslında serbest radikallerdir. Makrofajlar serbest radikalleri kullanarak tabiri caizse virüsü yiyerek parçalıyor ve öldürüyorlar. Makrofajların içinde bulunan ya da üretilen NO(Nitrik Oksitler) serbest radikallerin ana kaynağıdır. Daha basit bir dille ifade edecek olursak bu Nitrik oksitlerle çamasur suyu deterjan üretip bir nevi hücrenin içini dezenfekte ederiz. Makrofajın içinde bulunan bağışıklık hücrelerimizden biri olan ‘’T hücreleri’’ NO ile serbest radikalleri üretip antivürüs etki yapıyorlar. Fakat burada ‘’Serbest Radikkaller’’ aynı zamanda kendi hücrelerimizi de öldürebilir ortaya çıkan kirli maddeler kendi hücrelerimize de zarar verebilir işte bu dengeyi sağlamak için ise ‘’Sülfürlü Bileşiklere’’ ihtiyacımız vardır. Bu bileşikler zarar veren serbest radikalleri nötralize eder ve kendi hücremize zarar vermemizi engeller. Eğer bu bileşiklerden elimizde yeteri kadar olmazsa ‘’Nekroz’’ meydana geliyor yani bir anda doku çöküyor ve böylece savaşı kaybediyoruz. Demek ki bizim Nitrik Oksit(NO) yapmak için Sülfürlü bileşiklere ihtiyacımız var fakat her sülfürlü bileşik değil elbette mesela Nitrit bizim için zararlı iken Nitrat faydalıdır.

Nitrat içeren doğal besinleri almamız bu noktada çok büyük önem arz etmektedir. Nitratlar: Ispanak, kırmızı pancar, brokoli, lahana, marul ve dereotunda daha çok bulunurlar. Bu besinlerin etkinliğini artırmak için ise arjinin içeren gıdaları da bunların peşine tüketmekte fayda vardır. Arjinin içerenler: susam, fındık, ceviz, badem, kabak çekirdeği. Ayrıca D vitamininin de önemli bir fonksiyonu burada vardır çünkü hücre içi savunma sistemimizi oluşturan T hücrelerinin neredeyse hepsinde D vitamini reseptörü bulunur ve buna duyarlı çalışırlar. D vitamini içeren gıdalara beslenmede yer vermek ve eksik ise takviye kullanmak bu süreçte önemlidir.