TIKA BASA YAŞAMAK

Çinlilerin birbirlerine söyledikleri temenni anlamı taşıyan ‘’ ilginç zamanlarda yaşayasın‘’ diye bir deyişleri vardır. Sanırım o günler bugünler. Almaların, satmaların, koşturmacaların ve yerine koymaların hiç bitmediği zamanlardayız. Bir tür çin işkencesi işte. Hayatı zorlaştıran, insanların bitap düşmesine sebep olan şeyler bunlar. Az öz değil tıka basa yaşayarak hayatı dumur etmek misali.

Elbette kolay değil hayatı tıka basa yaşamak. Kimin uyanmak istediği, kiminin uyanmaktan korktuğu bir kâbus bu . İçi karanlık olanların dışını yalancı ışıklarla döşediği bir oyun. Duyguları ve duyuları işgal edilen insanların doymak bilmeyen devinimi. Hayatı son hız yaşayanların alışılagelmiş bir ritüeli.

Tıka basa yaşama içgüdüsü içimize öyle bir yer etmiş ki, eylemlerimizin kaynağı, reflekslerimiz ve tüm yönelişlerimiz bir boşluğu doldurmaya ayarlı. Farkında olarak yada istemsizce de yapılsa durum bu. Oysaki tıka basa yaşamak, kendi varoluşuna karşı körleşmenin adımlarından biri. Aristoteles’in ‘’doğa boşluğu sevmez ‘’ sözü hayatın her alanında dikili bir levha olmuş gibi. Çoğumuz o levhayı takip ediyoruz. Doldurdukça dolduruyor taştıkça zevk alıyoruz. Şöyle durup dinleneceğimiz mahalle arasındaki boş alanlar bile yok artık. Her yer tıka basa apartman ve beton. İnşaa etmeye doymuyor, yükselttikçe yükseltiyoruz. Bu yüzden üç yanımız denizlerle çevrili ama ruhumuz hala çöl.

Mücadele edilmesi güç olan boşluktan korkuyoruz çünkü . Yaşadığımızın farkına varmak ve korkularımızdan kaçmak adına dolduruyoruz boş olan ne varsa. Bir çeşit savunma mekanizması bu. Tanımı subjektif ve fazlasıyla ürkütücü boşluklar doldukça daha da boşalıyor. ‘’ Dünyaya bir kez geliyorsunuz ‘’ diyenlerin dolduruşuna gelip en yenisini de koysak dolmuyor. Onca eşya alıp oraya buraya tıkıştırıyor, onca şeyi bir anda yapmaya çalışıyor ve hırpalandıkça hırpalanıyoruz. Bir ömür böylece ziyan olup gidiyor

Mutluluğu tıka basa dolulukta arıyoruz. Evvela evlerimiz. Bizlerden çok eşyaların oturduğu, tıka basa odaların hüküm sürüdüğü evlerimiz. Şöyle ayaklarımızı uzatarak kollarımızı gererek oturamadığımız evlerimiz. Kırılacak çizilecek ne varsa yanı başımızdan uzaklaştıramadığımız odalarımız. Ağzına kadar dolu çekmeceler, her şeyin sımsıkı istiflendiği raflar, yatak altları ve masaüstleri. Sarılıyoruz onlara sımsıkı. Kollarımızın arasında hava bile kalmayıncaya dek tıka basa .

Ya ağzına kadar yiyecek dolu buzdolaplarımız . Ne kadar da çok boşluğun telafisi aslında. Ne kadar da açlığın göstergesi tabii. Midelerimiz, her zamankinden daha çok dolu. Değil üçte biri, hava girecek kadar bile boşluk yok. Kırk çeşit peynir, yeşilinden siyahına rengarenk zeytinler , dalını bile görmediği meyvelerin türlü türlü reçelleri gözlerden daha çok mideleri doyuruyor. Ufacık tabaklarda servis edilen yemekler bile cazip gelmiyor artık. Daha çok alsın diye tıka basa yiyelim dercesine büyüyor tabakalar. İsraf kazanının kaynadığı açık büfe yemek seansları ise tıka basa yemenin baş rol oyuncuları.

Ve tıka basa yaşamanın kol değneği cüzdanlar. Vicdan ters orantılı olarak büyüyor onlarda. Kimlikler, renk renk fonksiyonel kredi kartları, indirim kartları vs şiştikçe şişiriyor cüzdanı. Cebimizde el girecek kadar bile boşluk kalmıyor. Boş cüzdanla yaşamak kolay olmasa da böylesine dolusuyla da can vermek kaçınılmaz oluyor !

Bunları model alarak büyüyen çocuklar, geleceğin mimarları olacak çocuklarımız. Tatil nedir bilmeden yarış atı misali yavrular. Karnesindeki son günün kokusu bile çıkmadan başlıyorlar kurs maratonu. Amman ona da gitsin, aman bundan da geri kalmasın, ben yapamadım o yapsın anlayışının açlığını bastırmada heder olan çocuklar. Saçının ıslaklığı kurumadan ayrıldığı yüzme kursundan boyunu yakın enstrümanı ile başlıyor notalarla oyuna. Oradan diğerine derken harap bitap halde geldiği evinde sarılabildiği yastığı sadece oluyor. Ha o arada boş kalmıyor. Kulağındaki kulaklıktan gelen müzik uykuya dalana kadar eşlik ediyor. Bunca tıka basa yaşanan bir hayatın geleceği garanti edeceği düşünülüyor. ‘’Gelecek’’ fikrinden bihaberce.

Etrafa bakıyoruz, her yer insan yığını. Birbirinden bihaber yaşayan binalarda, adım atamayacak hale gelen caddelerde, bitmek bilmeyen kuyruklarda. Bunca tıka basa hayatın içinde kalbin tıkırtısı bile duyulmuyor. Orası bile tıka basa dolu. Kırgınlıklar, küskünlükler, pişmanlıklar istiflenmiş halde kalbin taa dibinde. Zaten günümüzde artık arkadaşlıklar ve dostluklar gayri iradi söylenen bir kelime ile halının altına süpürülüveriyor. Böylesi ‘’Çıt kırıldım ‘’ ruh halleri ile birbirilerini süpürenler yüzünden halı altları ve bilinçaltları da tıka basa dolu. Seviyoruz çünkü boşta kalmamayı. Ruhumuzu okşuyor. Bu yüzden hoşçakal ile hoşgeldin arasında saniyeler oynuyor

Tıka basa yaşamak kimine göre sokaklarda bağıra çağıra şarkı söylemek, kimine göre ceplerini rengarenk şekerle doldurmak, kimine göre duvarlara şiirler döşemek şeklinde devam ediyor. Varlık aleminin kurallarına ters olan ihtiyaçtan fazlasını talip olma eylem ise her yerde aynı.

Mevlana şöyle der ‘’ üç şeyi az yapın, bir şeyi çok yapın; az yiyin için,az konuşun, az uyuyun, çok düşünün ‘’ Bu yüzden huzur ve dinginlik istiyorsanız gereksiz olan ne varsa hayatınızdan eleyin. Hayatı tahammül edilemez hale getiren bu tıka basa doldurma hallerinden uzaklaşın. Aksi halde her biri gayesiz bir can çekişmenin ortasında bırakır sizi. Çünkü hayat tatil valizi gibi şunu da koyayım bunu da sıkıştırayım diyecek kadar esnek değildir. Ecel gelir ve valiz elinizde kalıveririr.