İnsanı inşa eden kavramlar dizgesinden biri de adalettir. İnsana özgü bir beklenti, bir özlem ya da yanılsama değildir adalet. Kâinatın ruhudur o.

Bu hissi kaybeden birisine, ne insanlık  ne hakikat  anlatılabilir Adaleti kendi içinde inşa edemeyen, hakikat karşısında  insan olamaz.  Adalet, bir sıfattan öte kimlik ve duruşun adıdır. Sadece mahkeme duvarlarının arasına hapsedilemez. 

‘’Bir gün mutlaka’’ dediğimiz bir gerçekliktir adalet. Yüklenmiş bir devenin iki yanındaki yüklerin dengeli olmasını ifade eden anlamı vardır. Özü itibari ile dengeyi yani muvazeneyi anlatır.

Adalet, hesaplı ve ölçülü, ne bir eksik ne bir fazla olmama halidir. Bu yüzden  John Nas ‘’İyi matematik adalettir. İyi matematik bilmeyen toplumlarda adalet yoktur ‘’ der.

Büyük balığın küçük balığı yuta yuta çatlamasına ses edilmeyen yerde, adalet atalet’e kurban gitmiştir. Bu yüzden ki, vicdanın sorduğu en can alıcı soru şudur ; adaletli misin ? İnsafsız ve izansız  tamâh  rüzgârına kapılanların , bu soruya evet diyebilmesi zordur.

Adaletle eşitlik kavramları hep karıştırılır. Eşitlik herkesin aynı yemeği aynı oranda yemesi  gibidir. Bu adalet değildir. Eşitlik, sabit ama adalet dinamiktir ve şartlara göre değişir.

Sadece hak ettiğine muhatap kılmaktır adalet. Bu nedenle Yunan filozofları onu şöyle tanımlar ; adalet, herkesin layık olduğu şeyi talep etmesi ve layık olduğu muameleyi görmesidir.. Örneğin; Platon ve Aristoteles’e göre adalet; yöneticilerde bilgelik, askerlerde cesaret, üreticilerde ölçülülüktür.

 ‘’Adalet , teraziyle , metreyle, mezurayla ölçülmez. O, terbiye edilmiş iç sesin marifetidir. Bu nedenledir ki o iç sesi duyamayanların, yani kendilerine karşı âdil olmayanların başkalarına âdil olmaları mümkün değildir.’’   der  Dücane Cündioğlu.

İnsandaki adalet duygusunun noksanlığı, onda doymak bilmeyen istekler olarak tezâhür eder . İyi olmak kolay, zor olan adaletli olmayı becerebilmektir.

Gerçek barış, kuvvetin adalete hükmettiği yerde değil, adaletin emrinde tutulduğu toplumlarda var olur ve öyle tutulabildiği müddetçe devam edebilir. Suçlunun beraat ettiği yerde ise, yargıçla beraber insanlık ta hüküm giyer.

Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olamadığı bu yerlerde , herkes savunma makamındadır. Resmi adaletsizliğin baskın hale gelmesi, mevki ve makamların da saltanat ve imtiyaza dönüştürür. Resmi kostümlü her zulüm,  rafine bir zorbalık ve kamuflajlı bir eşkıyalıktır.

 “Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir; fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı.” der Elie Wiesel.

Adaletsizliği adaletle yıkamadığımız için, geçimlerini, adaletsizlik pazarında başka insanları harcayarak temin edenler epey çoğaldı. Çoğumuz kıyısından köşesinden bu kirli ticarete şahit oluyor, bu günaha batıyor ve bu çirkinliğin bir parçası oluveriyoruz.

Ya ondadır ya bunda oyunları ile adalet terazisinin başı döndürülürken, adaletsizlik git gide bizi kendi rengine boyuyor. Üstelik bu hal,  hayatımızın bir rutini artık.

Adaletin kendisi gökten zembille inmeyeceği gibi, bir sihirli değnek te değildir. Bir süreçtir adalet. Bilinçli ve birikimsel ilerleyen, medeni bir seviyenin kızıl elmasıdır.

En büyük düşmanı bencilliktir adaletin. Öncelikle  samimi“ niyet” ister. Niyetiniz bozuksa, yozlaşma iklimini koyulaştıran haksızlıklar birbirini kovalar. Orda hukuk dahi , güçlünün çarpık ve kör sopası haline gelir.

Özdemir Asaf  ne güzel söylemiş ‘’ … Adaletsiz insan olur mu ?  Olur, olmaz olur mu, ama olmaz olsun  …’’

Her zaman dünyada tecelli etmese de, ertelenmiş bir denge sistemi olsa da,  adalet en büyük zaferdir. Herkesin yolu hak ettiğine varıyorsa, işte orada adaletin şaşmaz terazisi işliyor demektir.