PANDEMİNİN SOSYOLOJİK ETKİLERİ

Dünya tarihindeki bazı büyük dönüşümlerin ve kırılmaların ardında salgınlar ve afetler vardır. Bunlar her ne kadar sağlık alanında boy gösterse de, temelde sosyal hadiselerdir. Yaşadığımız pandemi süreci de , sosyal değişimler doğuran , en kemikli hadiselerden biridir.

Kısa sürede dünyanın her kıtasına yayılan bir virüs, yerel bir riski, küresel hale getirdi. Küresel tedarik zincirleri ve insan hareketliliği sebebiyle risk her gün daha da arttı. Belirsizlik ve dengesizlikler,bireysel ve toplumsal güvenlik duygusunu giderek aşındırdı. Sosyolog Ulrich Beck’in ‘’Risk toplumu ‘’ kuramı , yeniden ete kemiğe büründü. Risklerle beraber, bilişim ve gözetim toplumuna geçiş hızlandı.

Pandeminin mevcut dinamikleri, ekonomiden tarıma, eğitimden eğlenceye, ibadetlerden spor etkinliklerine kadar her alanda toplumsal yaşamı etkiledi. Küresel ilişkiler, salgını hem çok boyutlu hale getirdi hem de sınırları aşmasını kolaylaştırdı.

Yaşanan süreç, hayatı anlama ve yaşama tarzının sorgulanmasına , birçok rutinin farklılaşmasına sebep oldu. En başta sosyal ilişkiler yeniden düzenlendi. İletişim biçimleri ya sekteye uğradı ya değişti. Zaten dijitalleşme ile bedenen iyice birbirinden uzak kalan insanları, yeni bir sosyal izolasyon sürecine soktu.

Sanal alemler, sosyal yoksunluğu gidermek için daha fazla kullanılmaya başlandı. Buralardan edinilen bir çok gereksiz ve yanlış bilgi, kaygı, endişe ve korku duygusunu daha da arttırdı. Kaygı düzeyi yükseldikçe bağışıklık sistemleri de yara almaya başladı. Hem virüs korkusu hem internet tabanlı uygulamalarla oluşan gözetim toplumu pratiği, paranoid ruh halinin artmasına neden oldu. Bu kısır döngünün içindeki bocalamalar, daha başka toplumsal gerginlik alanları oluşturdu.

Bireylerin toplumsallaşmasında etkili olan okullar, akran grupları ve iş arkadaşlıkları askıya alındı. Ülkeler gibi insanlarda kendi sınırlarına çekildi. Önceden tercih edilen izolasyon, bu defa zorunlu izolasyona evrildi. Yalnızlıkla ele ele veren izolasyon süreci , bireysel ve toplumsal strese tuz biber oldu.

Evlerin dönüşümü gündeme geldi. Hayat eve sığar diyerek, hayat minimalize edildi. Gevşetilmiş bir mesafe kültürüyle birlikte , pastörize toplum kavramı dillendirilmeye başlandı. Mesafeli ve dijital bir iletişim formunu dayatan pandemi süreci, kamusal mekanları da tenhalaştırdı.

Pandeminin oluşturduğu negatif atmosferde, yardımlaşma, , nezaket, empati, ve sağduyu gibi pozitif değerler biraz erozyona uğradı. Korku girdabına kapılan insanlar, sadece kendisinin geleceğini düşünen bencil bir varlığa dönüştüler. Sokağa çıkma yasağının ilan edileceği günün akşamında market raflarını boşaltanların hali hala gözlerimizin önünde.

Krizler, aynı zamanda fırsat zamanladır. Bu yüzden yaşanan süreç sosyal hayata pozitif katkılarda sundu. ‘’ Bireyler yalnız yaşamanın uzun süreli tek başına kısıtlı bir alanda vakit geçirmenin ne kadar zor olduğunu, sosyalleşme, iletişim kurma, paylaşma arzusunun ne derecede önemli olduğunu ve aslında bunların insan organizmasının hayata uyum sağlamak için ne kadar temel ihtiyaç olduğunu sanki yeniden keşfetmiş oldular. İnsanın ailesi ve sevdikleriyle karşılıklı etkileşim içerisinde olmanın, bir şeyler paylaşmanın akıl ve ruh sağlığı ve tabii ki bunların doğrudan etkilediği fiziksel sağlık için temel besin kaynakları olduğu bir kez daha hatırlandı. Bu ihtiyaçları gidermek adına temas kurma ihtiyacı arttı.’’ (1)

Virüs âdeta insanlığa dur ve yavaşla, yavaşla ve içine, özüne dön dedi ve bir sorgulama süreci başlattı. Zira zengin fakir, genç yaşlı ayrımı yapmayan bu ölümcül virüs, sağlığın kıymetinin mal mülkle, mevki ile kıyaslanamayacağını en açık şekilde ortaya koydu. Sağlıklı bir nefesin, sevdiklerine dokunabilmenin, doya doya bir manzarayı seyredebilmenin ne kadar paha biçilemez olduğunu kavramamızı sağladı. Bu süreç bir anlamda bizi biz yapan değerleri hatırlattı; bunlardan mahrum kalmanın üzüntüsünü derinden hissettirdi. (2)

Dünyaya sığmayan çılgın insanın eve dönüşüyle, fotoğraf albümlerinin tozu gitti. Okunması için alınıp kenarda bekleyen kitaplar raflardan indirildi. İzlenecekler listesindeki filmler ailece izlendi. Zihinsel dönüşümler için fırsat oluşturulmuş oldu. Bu fırsatlar ise, toplumsal dönüşümler için zaman kumaşına nakşedildi.

Modern kentlere yenik düşen ev kültürü, yeniden canlandı. Evlerin alışveriş merkezlerinden, cadde, park ve çarşılardan daha güvenli ve önemli olduğu bir kez daha hafızalara kazındı. Kentin hengamesinde gürül gürül akan zamanın, evlerdeki akış hızı da azaldı. Niceliksel zaman, niteliksel zamanla yer değişti. İçerisi olmadan dışarısının anlam yitimine uğradığı anlaşıldı.

Koşturmacayla geçen hayatta, aynaya baktığında sadece bedenine odaklanabilen insanlar, covid 19 la beraber yaşanan ölümlere şahit olunca, perde gerisini de düşünmeye başladı. Bu düşünüş, ölümden kaçmak (!) isteyenlerin rotasını onu kabullenmeye çevirdi. Yıllarca ertelenmiş bazı planlar , kısıtlı zaman ve mekanda eyleme koyulmaya başlandı.

Sosyolojik olarak değişim en yavaş toplumsal kurumlarda gerçekleşir. Onlar dahi pandeminin sert rüzgarına dayanamadı. Eğitim, sağlık, güvenlik ve siyaset kurumları hızla değişim ve uyum sürecine girdi. Uzaktan eğitimler, yarım zamanlı mesailer, evden yönetimler art arda geldi. Enformasyon toplumu olma yolunda, eğitim ve çalışma tarzı deneyimi kazanıldı. e-devlet ve e-toplum gerçeğinin önemi bir kez daha anlaşıldı.

Bu değişimlerin , yeni normalin benimsenmesiyle daha da artacağa benziyor. Zira el yıkama ve maske takmaktan baret olmadığı anlaşılan pandemi sürecinin, iz bırakacak toplumsal değişimlere kapı aralayacağı ortada duruyor. Değişimler, sıfırdan başlama şeklinde olmasa da , sıfırı tüketmeyecek hayatlar inşa edeceği aşikar.

npistanbul.com/koronavirus/ Prof.Dr. Ebulfez Süleymanlı

insamer.com/A. Hümeyra Kutluoğlu Karayel