Önce adı geldi; daha kendisi ortada yoktu.

Yıl 1982…

Biz, Fırat Üniversitesi “erat takımı” asistanlar merak ettik Onu..

Kimdi acaba bu tarih doçenti !

Burada anlatmak istemediğim durumlar vardı Edebiyat Fakültesi Tarih  Bölümünde.

Bir “fraction”…Kendilerini “vatanperver” olarak gören kişiler vardı.

Bencileyin , 1954’ten beri “Cumhuriyet” okuyan birini “adam”  yerine koymayan, dışlayan.

Sanki “vatan haini”yiz.

Acaba Dr Kitapçı da böyle bir kümenin üyesi miydi?

Tedirgin idik …

 

Öğrendiklerimiz sınırlıydı.

İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirmiş, Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak çalışmış, Pakistan’da doktora yapmış, Atatürk Üniversitesi’nde görev yaptıktan sonra Nijerya’dan aldığı bir çağrıyla bu Afrika ülkesinde  bir üniversitede tarih öğretmişti.

 

Geldi, tanıştık.

Kendimizi tanıttık.

Daha ilk anda sevdik Dr Kitapçı’yı.

Gözlerinde sevgi …Gülmesi içten,yapmacıksız. Yalvaç’tan böyle insan çıkar işte.

Konuşulanı dikkatle dinliyor; bu demektir ki, insana saygısı var. Birçok kişide olmayan buydu ve biz bunun özlemini çekiyorduk o bunaltılı Elazığ günlerinde.

Kardeş kavgası yaşanıyordu o dönemde ve “sağ-sol çatışması” adıyla gençler birbirine kırdırılıyordu.

Gergin günlerdi…

 

Doç Dr Kitapçı Tarih Bölümü Başkanı oldu.

Biz coğrafyacıların ayrı  bölümü olmadığı için ona bağlı idik.

Giderek dostluğumuz ilerledi.

Elazığ gurbetinde,  dar çevrede ne yapılır?

Akşamları aile ziyaretleri…

 

O yarenlikler ne güzeldi. Çay içilerek, pasta yenilerek , tadına doyum olmaz söyleşiler…

Pakistan’da geçen yılların anıları, günlük yaşamdan kesitler…

Kitapçı, orada zaten var olan Arapçasına, İngilizcesine Urdu dilini de eklemiş.

İslamabad-Ravalpindi Radyosunda Türkiye’yi, Atatürk’ü anlatan programlar yapmış.

Zorluklar olsa da, aradan geçen zamanla tadlı anılara dönüşmüş dilim dilim anlar.

Nijerya’nın ortakuzeyinde bir plato olduğunu bilmiyorduk o zamana değin. Joss kenti oradaymış ve Dr Kitapçı oradaki üniversitede yılarca ders vermiş. Türk tarihini anlatmış.

“ Nijerya’da  üniversite de neymiş sanki!”

Hayır! Eski bir Britanya sömürgesi. Eğitim ciddiye alınıyor. Ders içerikleri, sınav soruları tümüyle Londra’dan gönderiliyor. Eğitim etkinlikleri sürekli izleniyor.

Bunları öğrendik. Bize Dr Kitapçı öğretti hiçbir şeyi hafife almamak gerektiğini.

 

1 Mayıs 1984 günü, Ankara’da tezimi savundum ve Dr unvanıyla Elazığ’a döndüm.

Sevinçle kucakladı beni Bölüm Başkanımız. Ondan sonra, yoğun bir çeviri uğraşı başladı.

National Geographic dergisinde 1950’li, 1970’li yıllarda İran’da, Afganistan’da, Pakistan’da yaşayan Türk topluluklarıyla ilgili makaleler yayımlanmıştı.  Edebiyat Fakültesi ‘ ne bağışlanan kitaplar arasında bu derginin eski sayıları vardı. Bulup onları ayırdım ve her gün, bir güzel meşgale olarak tek tek taradım. Örneğin Şiraz dolayında Kaşgay Türkleri… Acem gurbetinde soylu Türk töresini yaşayan, yaşatan kardeşlerimiz. Franc Shor ve Jean Shor bu Göçer-Konar Türk boyunun çadırlarında bir yaz dönemi boyunca yaşamıştı. Çevirdikçe bu yazıları, Dede Korkut destanı gibi bir güzel anlatımlı Türkçe ortaya çıktı. Bazı takıldığım yerleri Zekeriya Bey’e soruyordum. Sayfa sayfa ileterek görüşlerini alıyordum. Başlıkları değiştiriyordu yer yer. Çeviri kokmamalıydı Türkçeye aktardığım bölümler. Sonuçta çeviri bitti, ama yayımlanması için yılların geçmesi gerekiyordu. Dicle Üniversitesi’nde kabul edildi ve kitaplaştı : İran’da Göçer-Konar Kaşgaylar, Afganistan’da Türkmenler” … İmzalayıp gönderdim Kitapçı hocama.  Emeği vardı üzerinde. Telefon ederek, beni gönendiren, gönlümü kanatlandıran  sözlerle kutladı.

 

Doç Dr Kitapçı sonraları Konya Selçuk Üniversitesi’nde görev aldı. Orada Profesör unvanını aldı. O, zaten Nijerya’da profesörlük yapmış, Osmanlı Tarihi dersleri vermişti. Biz  de bu arada Dicle Üniversitesi’ne geçtik. Bağlantımız hiç kesilmeden sürdü geldi... Yayımladığı kitapları gönderiyor; biz de öğrencilerimize dağıtıyorduk. Onun üretgenliğine hayran kalmamak elde değildi.

 

Zaman zaman Ankara’da, Trabzon’da, Konya’da bir araya geldik. Çeşitli toplantılarda yan- yana ( panelist olarak )  bulunduk. O, Selçuk Üniversitesi’ni, ben Dicle Üniversitesi’ni temsil ettik. Her yerde, hiçbir baskı altında kalmadan, duygularını, düşüncelerini özgürce açıklıyor, olumsuzluklar karşısında eleştirilerini yüksek sesle dile getiriyordu.

 

Prof Dr Zekeriya Kitapçı ile tanışmak bir mutluluk.

Sohbetinden müstefid olmak katmerli bir bahtiyarlık.

Ne mutlu ki, Diyarbakır ile Konya arasında bir gönül köprüsü, içten bir yol var…

Bunun sağlam kalması en büyük dileğimdir.