KURUMLARIN ADLANDIRMASINDA ÇELİŞKİLER
23 Şubat 2011 Çarşamba 08:05
Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük bir adlandırma kargaşası yaşanıyordu. 
Önce saltanat kaldırıldı, ardından hilafet. 
Elbette, 624 yıl sürmüş bir cihan devletinin kurumlarının adları, 
yeni cumhuriyet rejimiyle bir anda ortadan kalkması beklenemezdi. 
Birçok kurum Osmanlı dönemindeki adını korudu. 
Cumhuriyet, yeni kurumlara gereksinim duyuyordu. 
Bunlara ad verirken bir ikilem ( dilemma ) yaşandı. Adları ne olacaktı bunların ! 
Osmanlıca mı, batıdan alınan-özellikle Fransızca- adlar mı verilecekti? 
İşgal altındaki İstanbul’da sultan, sarayında yaşıyordu ve Osmanlı Meclisi Mebusanı’ndan çıkmış “vükela” icraatta idi. 4 Eylül 1919’dan –Sıvas Kongresi- başlayarak “Heyeti Temsiliye” yönetiyordu Anadolu’yu. 
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduktan sonra , 
adı cumhuriyet olmasa da elbette ülkemizi yöneten bir rejim vardı. TBMM Riyaseti… 
Fransızca “Asamblee” yerine, Farsça’dan “Meclis” adı alınarak kuruldu TBMM. 
Örneğin Mustafa Kemal Paşa’nın unvanı TBMM Reisi ya da Reis Paşa idi. 
İcra Vekilleri Heyeti… 
Vekalet sayısı azdı. Erkanı Harbiyei Umumiye de bu vekaletlerin arasındaydı. 
Umum müdürlük sayısı da çok değildi. 
Bağımsızlık Savaşımız döneminde Ulus’ta, küçük bir yapı içinde birden çok Vekalet barınıyordu. Vekaletlerin ahırında da Vekil hazretlerinin, 
makam otomobili yerine kullandığı atı bağlı idi. 
Bazı vekiller katıra biniyordu. 
Araba sevdası 1955’lerden sonra giderek arttı. 
1914 öncesi Kapitülasyonlar döneminden kalma bazı kurum adları da, 1930’lardan başlayarak, yeni kurulan örgütlere veriliyordu. Düyunu Umumiye (Genel Borçlar,Fransızca: Dettes public ) Direktörlüğü gibi. Demiryolları yönetiminin direksiyon odasında direktör otururdu. 
Maden Tetkik Arama Enstitüsü kurulduğu zaman adına Genel Müdürlük denmedi de, Direktörlük denildi. 1980’lerden sonra bu büyük kurumun adındaki Enstitü sözü de Direktörlük adı da kaldırıldı. 
1933’e değin Türkiye Cumhuriyeti’nde tek bir Darülfünun vardı İstanbul’da. Fen ocağı, fenler yuvası…Üniversite reformunda, Hitler’in kovduğu Nazi karşıtı Alman bilim adamları görev aldığı için terimler büyük ölçüde Almanca oldu. Rektör, Dekan, Dosent gibi… 
Müderris yerine Profesör; Müderris Muavini yerine Doçent gibi… Fakülte, Lektör, Asistan, etüd, laboratuar,oditoryum, doktora, disertasyon, eksperians, kontrandü gibi Tanzimatla birlikte gelmiş bazı eski Fransızca, Latince sözler de yaşamını sürdürdü. 
Maarif Nezareti denilince akla Osmanlı İstanbul’undaki eğitim kurumlarının yöneticisi devlet dairesi gelir. TBMM artık “Nezaret” adını kullanmadı. Sovyetler Birliği’ne sempati duyan mebusların önerdiği “Komiserlikler” de reddedildi; kabul edilmedi. 
Bunun yerine Vekalet denildi. 1940’larda Bakanlık oldu bunlar. 
Maarif ve Kültür Bakanlığı 1930’larda bir süre için birleştirildi. 
Sonra, nasıl olsa Maarif sözünün içinde kültür de vardır denilerek tek adlı yapıldı. 
Milli Eğitim Bakanlığı, “teşkilat şeması” bakımından çelişkilerin en belirgin olduğu kuruluş olarak bugüne geldi. 
Adında “Eğitim” olan bu bakanlığın en önemli birimlerinden biri, hala 
“Talim ve Terbiye” adını taşımaktadır. 
1950’ye değin bir Türkçeleştirme akımı sonucunda adlar değiştirildi. TBMM yerine Kamutay denildi. Teşkilatı Esasiye Kanunu gibi 3 adlı bir kurumun adı kısaltıldı; Anayasa yapıldı. Divanı Muhasebat ise Sayıştay oldu. Şurayı Devlet’e yeni bir ad bulundu : Danıştay. 
En önemli değişiklik Vekaletlerde yapıldı. 
Örneğin, Nafıa yerine Bayındırlık gibi. 
Fakat 1950-60 arasında geriye dönüş yaşandı. Vekaletler dönemi yeniden başlıyordu. Başbakana sadrazam, Heyeti Vükela Reisi ya da sernazır denilemedi ama Başvekil sözü kabul gördü. Dahiliye, Hariciye, Maarif, Sıhhat İçtimai ve Muavenet, Ziraat, Münakale, Gümrük ve İnhisarlar, İmar ve İskan gibi… Osmanlıcası bulunamamış olmalı ki, adı Frenkçe olan yeni bir birim ortaya çıkarıldı : Koordinasyon Vekaleti. 
Günümüzde Ankara’da , Tarım Bakanlığı vardır. Fakat, ilginçtir, bu bakanlık içinde “ Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü” de bulunmaktaydı. Burada bir çelişki, ikilem vardır. 
Tarım ile ziraat ayrı ayrı anlamlara mı gelmektedir? 
Bu genel müdürlük ne yapmaktaydı acaba? 
Batıdan alınan kurum adlarının aynen kullanılması Türkçemiz için tam bir talihsizlik olmuştur. Standard…Prodüktivite…Akreditasyon… 
Günümüzde, Ankara’da Milli Prodüktivite Merkezi ( MPM ) vardır. 
Frenkçede üretgenlik anlamına gelen bu söz ile birlikte yaygın olarak “ergonomi” de kullanıma girmiştir. Ergonomi, işletmede gerek çalışma koşulları, gerekse üretgenliği iyileştirme açısından işin nicelik ya da nitelik olarak incelenmesi demektir. 
Akreditasyon , “kredi açılması” demektir ve günümüzde bir Genel Müdürlük adıdır. 
Sınai, sanayi, endüstri… Bir cadde üzerinde bu üç adı olan kurumları görmek olasıdır. 
İktisat, ekonomi… Aynı şekilde bir kurum içinde ayrı müdürlükler olarak karşımıza çıkabilir. 
Personel işleri, özlük işleri…Aynı durumda… 
Asürans Fransızcada emniyet, güvenlik demektir. Reasürans da sigorta anlamındadır. Adının başında Reasürans olan bir şirket yıllarca sigorta işlerini yürütmüştür ülkemizde. 
1960’ların ortalarına değin, yoksul Anadolumuzda sıtma-malarya- can alıcı bir sayrılıktı. 
Anofel mikrobu taşıyan sivrisinek insanımızın kanının dengesini bozuyor; yaz sıcağında sıtmaya yakalanan kişi yedi kat yorgan altında tir tir titriyordu. Sıtmalı insanın tarlada, işlikte, fabrikada çalışamadığı düşünülünce, olayın ekonomik yitim yönü ortaya çıkıyordu. 
Sağlık Bakanlığı bununla savaşım için bir örgüt kurdu: Sıtma Eradikasyon Merkezi… 
Eradikasyon Frenkçe bir söz…Yok etme, ortadan kaldırma demektir. Belki, Fransa’da Tıp okumuş bir aydınımız bunu önerdi ve hiç itiraz gelmeden, adı böyle yapıldı. 
Yine Fransızcadan alınmış mortalite ( ölüm ), fertilite ( verimlilik ), obezite ( oburluk )… 
Saymakla bitmez… 
Ne kadar da hevesliymişiz yabancı adlar, sanlar, unvanlar kullanmağa !