Annesine ait yuvasında uyuyan bebek uyanıyor, kapılar açılıyor, herkes nefes nefese, nefesler tutulu,

Hayatı soluklayan akciğerlerin derinliklerindeki hava torbacıklarına, ilk nefes, o saklanan, son nefese kadar saklı kalan, son nefesle ayrılan ilk nefes, büyük bir hızla doluyor. Hayat… Muhteşem enerji, o ilk nefesle alınıyor, bedenin her tarafına hızla dağılıyor, artık kavuşma zamanı.

Bebek ağlıyor, bekleşenler ağlıyor, küçük kardeşler şaşkın,

Annenin şefkatli, mahmur bakışları, sıcacık kucak, yanağa konan buse, derin sessizlik…

Artık beklenen geldi. Başlangıç, başladı. Son nefese kadar yapılacak yolculukta, vücudun her zerresine ulaşarak mühür vuran ‘O’ muhteşem hayat öpücüğü, artık bedenine kavuştu, Ağlattı…  Ağlatarak tahtına oturdu, yerleşti.

İlk nefeste;  aldığımız bize tahsis edilen o enerji yumağı, vücudumuzun en uç noktalarına kadar ulaştı, ışıkları açtı, hücrelere doldu, doku oldu, böbrek oldu, beyin oldu, kalp oldu... Organlar, organ oldu, bedenimiz doldu.

Biz olduk, kız olduk, erkek olduk, karakter olduk ve var olduk…

O ilk nefes ki; dünyaya gelmiş, dünyaya ait bebeğin, sağlıklı olduğuna dair hayat belirtisi; içtenlikle, iç çeke çeke, bağıra bağıra ağlama…

Canlılar arasında doğduktan sonra doya doya ağlayan ve ağlattırılan tek bebek, insan yavrusudur. İsterseniz sıcacık annesinden ayrıldığı için deyin, isterseniz dünyaya geldiği için deyin, bebek güzelce ağlar. Geldiğini kendi lisanı ile herkese ilan eder. Her isteğini ve şikayetini ağlayarak bildirir.  Ağlar, sadece ağlar. Diğer canlılarda ise durum farklıdır. Doğar doğmaz hayatın gerçekleriyle yüzleşmek zorundadır. Kasları gelişmiş, kendine yüklenen içgüdüsel davranışlarla birlikte, sessizce hayata tutunmaya çalışır. Ses çıkarmak onun için ölümle eştir. Çünkü avcı vardır, av olmak vardır. Bir antilobun yavrusu, doğar doğmaz yürümek ve hayatta kalmak için annesinin yanında koşmak zorundadır.

O candan ağlama ile havadaki kendine ait olanları iliklerine kadar doldurmaktadır. Sanki ağlatılarak o minicik bebek, paylaşıma ortak olduğu andan itibaren kutsanmakta, gelişi kutlanmaktadır. İlk nefesle birlikte evimizin, yuvamızın, annemizin, babamızın, kardeşlerimizin ve diğer orada bulunanların başta olmak üzere atmosfere verdiklerini ciğerlerimize doldurmaktayız. Atmosferde olan her şey, tüm nefes alıp veren canlıların soluğu, kokuları, suyun buharı, yanan ateşin dumanı, bitkiler tarafından verilenler ve daha diğerleri,  nefesimize dolup, her canlı tarafından hep paylaşılmaktadır.

Etrafımızdaki bizi biz yapan bize ait olan bu kokular, tatlar atmosfere dağılmakta, yoğunluğu giderek azalmasına rağmen hep var olmaktadır. Düşünelim, dünyadaki ilk insanın, ilk atamızın, son nefesini vermiş dedemizin, babamızın atmosfere bıraktıklarını doğar doğmaz soluyoruz, onların atmosfere verdikleri dahil diğer tüm gazları içimize çekiyoruz. Ancak nefesle aldığımız şey sadece hava olmamalı. Aynı zamanda o ilk nefesimizi dolduran havanın içerisinde atalarımıza ait derin bir sevgi, gurur, sevinç, mutluluk dolu, hoş geldin diyen manevi sıcaklığı da alıyoruz. Tanıyoruz…

İlk nefeste, ilk insanın cennetten getirdiği ve dünya atmosferine bıraktığı o billur, saf, tertemiz zerrecikleri, hava keseciklerimize daha çok doldurmak için candan ağlıyoruz. Ben de geldim deyip, orada hazır bulunanların arasındaki yerimizi, neslin o an için en son üyesi olarak alıyoruz. İşte hayat…

Canlıların nefesleri atmosferde dolaşmakta, bazen derin bir nefes alınca göğsümüz genişleyip ferahlamaktadır. Ne kadar ilginçtir; dünyaya ayak basmış ilk insanın dünyada verdiği ilk nefesle atmosfere bıraktıklarını, şu an bile solumak ve de hissetmek. Oh! Çekip cennet kokusunu almak. Ne kadar ilginçtir ki; şu gök kubbe altında Afrika’daki bir arslanın soluklarının buralara kadar gelmesi ve tarafımızdan derin bir nefesle bu soluğa karşılık verilmesi.

İnsan sosyal bir varlıktır. Her zaman bir paylaşım içerisindedir. Bu paylaşım hayatın her anında vardır. Gezerken yürürken, dururken, otururken, koşarken, uyurken, yemek yerken ve hatta uyurken bizim irademizle veya irademiz dışında paylaşım hep vardır. Bu paylaşımın temeli nefes alma verme üzerine kuruludur ve daimidir. Yaşanılan sürece hep vardır. Bizi biz yapan karakterimizi ortaya koyan ve toplumdaki yerimizi almamızı sağlayan, nefesi nasıl verdiğimizdir. Nefes alırız ancak verirken konuşuruz, bağırırız, anlatırız, şarkı söyler, şiir okur ıslık çalarız, üfleriz, oflarız… İçimizde geçen duygu ve düşünceleri ses olarak dışarı yansıtır, kendimizi ifade ederiz. O ilk nefesle alınan enerjinin vücutta oluşturduğu karakteri herkese tanıtırız. Verdiğimiz nefesle biz, biz oluruz. Karakter oluruz, birey oluruz.

Sonuçta; dünyaya gelen ilk insanın dünyada verdiği ilk nefesten nasibimiz olanları, doğar doğmaz aldığımız ilk nefesle ciğerlerimize doldurmakta, o an görünen yakınlarımızın huzurunda ve görünmeyen atalarımızın sevgi dolu bakışları altında ağlamakta, dünyaya ait paylaşımda yerimizi almakta, ilk nefeste bize verileni son nefese kadar saklamaktayız. Yine aldığımız her nefesle; ilk insanla birlikte bugüne kadar yaşamış, yaşamakta olan tüm insanların atmosfere saldığı korkularını, karakterlerini, sevgilerini ümitlerini, iyiliklerini kötülüklerini solumakta toplumda ve evrensel paylaşımda yerimizi alıp karakter olarak şekillenmekteyiz.