Ekim 1985.

Öğretmen Hayrullah Kuzey, göreve yeni başladığı kenti tanımağa çalışıyordu. Çarşı pazar gezip dolaşıyor, dersi olmadığı zamanlarda özellikle kitap satış yerlerinde vakit geçiriyordu.

Ekim ayında Şıra Üzümü adlı akça sarı, tatlı bir üzüm pazara çıkıyordu. Çermik’ten, Çüngüş’ten, Ergani’den, Mazıdağı’ndan, Çınar’dan, Derik’ten bol bol getirilip, büyük bir tüketim ortacı olan kente dağıtılıyordu. Gezgin satıcılar üzümleri  tepe gibi yığıyor, bağıra çağıra tadını, şırasını, kokusunu, besleyici değerini öğerek satmağa çalışıyorlardı…

 

Bir süre seyretti satıcıları H.K.

Kızarmış daneli üzüm salkımları en tadlı olanlardı.

Satıcı iki dille bağırıyordu. Yerel dille ve Türkçe.

H.K. ayırdına vardı ki, üzümün kilo ederini Türkçe söyledikten sonra sırıtıyordu satıcı.

Yoldan geçenler de gülüyordu. Laf atanlar oluyordu bu arada.

Sağda solda tezgahlarında karpuz, kavun, şeftali, armut satan gezgin esnaf sözle sataşıyor, küfür gibi, fakat şaka yollu sözler söylüyorlardı.

 

Bir kilo üzüm almak istedi H.K.  Kendi seçecekti salkımları.

“ Seçme olmaaaz! “ dedi satıcı, bağırarak . “ Misaade it, ben senin  üçün ayırırım.”

Eski gazeteden yapılmış, dibi bol hamurlu bir kesekağıdına salkımları doldurmağa başladı.

H.K. biliyordu bu torbacıkların sağlığa uygun olmadığını.

Ve de ağır geldiklerini. Bir kilo üzüm gerçekte sekizyüz gram kadar demekti.

 

O sırada temiz yüzlü, temiz giysili bir genç geldi. Yerel dille birşeyler söyledi satıcıya.

Aralarında sert bir tartışma geçti. Konuşmalarında “üzüm”,”fiyat”, “sahte”, “sahtekar” , “kıbrak”, “şerefsiz”  gibi sözcükler geçiyordu. Sonra birbirlerine girdiler. Pehlivanların yıkışmasına benzer devinimler…Komşu gezgin satıcılar koşup geldiler, genç adamı uzaklaştırdılar. Üzüm satıcısı burnundan soluyor, elini, kolunu sallayarak , kesik kesik bağırıp çağırıyordu.

 

H.K. üzüntüyle seyretti. Ne olmuştu acaba? Anlayamadı.

Kavgaya karışan genç adam, yüzü apal, sıkıntıdan terlemiş,  yaklaştı.

“ Sayın öğretmenim, tanışalım. Adım Şeyhmus Dicle. Sizin okulun iki yıllık bölümünden mezun oldum. Şimdi ilkokul öğretmeniyim. Ben sizi tanıyorum. Bir konferansınızı dinledim. Dün de yerel televizyonda izledim. Ne oldu, niye kavga çıktı, elbet siz anlamadınız. Niye tartıştık üzüm satanla? Fiyatını farklı bağırıyordu. Yerel dille bir lira diyordu; Türkçe olarak birbuçuk lira…Bunlar esnaflığın yüzkarası herifler. Dürüstlük nerde kaldı! Yazık.”

H.K. dondu kaldı. Buna bir anlamda “ayrımcılık” denirdi.

Üzüm almaktan caydı. Tadı kaçmıştı. Üzüm dolu torba orada, tezgahta  kaldı artık.

Genç öğretmen Şeyhmus Dicle’yi avutmaya çalıştı H.K.

“ Bu memleket nasıl adam olacak hocam, bu gidişle, nasıl !”

Yanıtı zor verilecek bir soruydu bu. Belki de olanaksız…

Kızılırmak boylarının öğretmeni ile Dicle boylarının öğretmeni, yan yana, bir çayevine doğru konuşa konuşa yürüdüler.