Benim, senede bir kere gelen hastalık işe yaradı. Evden üç dört gün dışarı çıkamadım; ama iki yazı klavyeden çıktı. İlk yazıma yorum yapan Hasan Kartoğlu arkadaş espri de yapmıştı: “Numan hocam, yüreğinize sağlık, neredeyse ‘ Başınız daha sık ağrısın.’ diyeceğim.” diye.
Sabah televizyonda İsmail Küçükkaya’yı izlerken Mahzuni’den söz ettiğini gördüm.. Bir zamanlar düşüncelerine karşı oldukları için dinlemeyenlerin bile bugün türkülerini severek dinlediği bu ozanı, ozandan çok da türkülerini anlatayım dedim.
Bana göre ne zaman ki Mahzuni Şerif; “Amerika Katil” “Yuh Yuh” gibi siyasal içerikli türküleri bırakıp sazın telinden yüreğin teline dokunan türküler söylemeye başladı, işte o zaman daha çok sevildi. Geniş halk kitlelerinin ozanı oldu. Şimdi bazı arkadaşlar “Amerika Katil, Yuh Yuh gibi türkülerde söyledikleri yanlış mıydı?” diyecekler. Hayır değildi. Amerika’nın ne olduğunu şimdi değişik düşüncelerdeki herkes anladı. “Yuh yuh soyanlara/ Soyup kaçıp doyanlara” demenin neresi yanlış? Benim söylemek istediğim daha sonraki “Çeşmi Siyahım, Dom Dom Kurşunu, Oy Bizim Eller, Acı Doktor, Yedin Beni, Fadimem, Mevlam Gül Diyerek, Merdo, Dostum Dostum, Han Sarhoş Hancı Sarhoş, Ağlasam mı?” türküleriyle sazın telinden yüreğe dokundu, geniş kitlelerin kalbinde yer etti.
1972 yılının Ekim ayında Muş-Bulanık Karaağıl Ortaokuluna atandım. Orada bir yıl içinde yaşadıklarımı dört yazımda anlattım. Şimdi Mahzuni ile ilgili bir olayı anlatmak istiyorum.
Köyün ilkokulunda görevli bir arkadaşla okulun bir odasında kalıyoruz. Okulun bahçe duvarına bitişik, prefabrik jandarma karakolu var. Karakolda bir astsubay, bir uzman çavuş, yedi asker görev yapıyor. Akşam olup karanlık çökünce bize de bir gariplik çöküyor. Soluğu bizimle aynı yaşlarda olan jandarmaların yanında alıyoruz. Söz, sohbet derken o zamanlar şöhreti daha çok siyasi türküleriyle yayılan Mahzuni’nin plaklarını dinliyoruz. Dinlediğimiz başka plaklar da var. O zamanın şarkıcı, türkücüleri… Karakol komutanı astsubayla da iyi dost olmuştuk. O da yeni mezun olduğu için bizim yaşımızdaydı.
Aradan bir süre geçti. Bir gün Mustafa astsubay utana sıkıla:
-Hocam, akşamları lütfen karakola gelip jandarmalarla oturmayın.
-Neden?
-Askerin biri İlçe Jandarma Komutanı Üsteğmen’e şikayet etmiş, kim olduğunu inanın ben de bilmiyorum. Emir geldi,“Öğretmenler karakola gelmesinler.” diye.
-Niye, ne yapmışız ki?
-Asker, “Öğretmenler, akşamları gelip Mahzuni plakları çalıyorlar, sol propaganda yapıyorlar.” demiş şikayetinde. Askerliktir biliyorsunuz, biz emir kuluyuz.
-Evet, Mahzuni türküleri dinliyoruz; ama öyle bir propaganda aklımızdan geçmez.
-Hocam, benim dostlarımsınız, gündüzleri gelin, benim odamda oturalım, akşamları ben size geleyim. Anlayacağınızı umarım.
Biz de anladık elbette. O efendi insan daha sonra neredeyse her akşam bizim odamıza geldi.
Bizim öyle propaganda yapmak gibi bir düşüncemiz gerçekten yok. Memleketten uzakta gurbetteyiz. Mahzuni “Dumanlı dumanlı oy bizim eller” deyince yüreğimizin yağı eriyor.
Gün geldi, devran döndü. Birçok yasağın kalktığı gibi Mahzuni TRT’ye çıkar oldu. İşte o zaman “Çeşmi Siyah’ı, Oy Bizim Eller’i, Bilmem Ağlasam mı Ağlamasam mı’yı” keyifle dinledik. Ama bu güzel, yanık sesli ozan genç sayılacak yaşta çekti gitti bu dünyadan. Kendi gitti; ama türküleri dillerde. Bakın o türkülerdeki güzel sözlere:

“İşte gidiyorum çeşmi siyahım
Önümüze dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir, servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da”

Sözler hep dokunaklı; ama besteyle, sazla öyle bir uyumu var ki dinleyenin bir daha dilinden düşmüyor. Her insan bu sözlerle kendi yaşadıklarından bir şeyleri özdeşleştiriyor. Bu arada bestesiyle, güftesiyle bu türkü benim en sevdiğim türküsüdür Mahzuni’nin.

Vay göresim geldi Berçenek seni
Dumanlı dumanlı oy bizim eller
Nasıl unuturum körpe yavrumu

Dumanlı dumanlı oy bizim eller
Oturup ağlarsam delisin derler

Memleket, sıla özlemini bunun kadar yürekten duyuran başka türkü var mıdır bilmem. O uzak, karın yerde bir metre olduğu diyarlarda “Berçenek” yerine kendi köyünüzü düşünüp dinlersiniz bu türküyü, bazen ağlarsınız da. Hele memlekette yavuklunuz ya da çocuklarınız varsa. Hani demiş ya Bedri Rahmi; “Ne zaman bir köy türküsü duysam/ Şairliğimden utanırım” diye, işte öyle. Bu türküdeki Berçenek, Mahzuni’nin köyüdür.

“Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi”

Haksızlığa, hırsızlığa, halkın sırtından geçinmeye, yoksulluğa karşı ne kadar sade, içten bir söyleyiştir bu? Sazla da birleşti mi, bir de Mahzuni’nin yanık sesini kattınız mı yürek nasıl dağlanmasın?

Halk ozanı deyip geçmeyin. Evet Mahzuni önce siyasal içerikli türküleriyle çıkış yaptı. Kendisi gibi düşünenler o zamanlar sevdi Mahzuni’yi. Sonra o tür slogancı türküleri bırakıp yine yoksulluğu, haksızlığı, bunların yanında hayatın içinde olan yaşanmışlıkları işleyen türküler üretince geniş halk kitlelerince daha çok sevildi.
Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü’nde okurken (1969-1972) Âşıklar Bayramı’ni gitmiştim. Halk ozanları kendi türkülerini söylüyorlar, atışmalar yapıyorlardı. Onlara bir ayak(uyak) veriliyor; onlar da söyledikleri dörtlüklerin son sözcüğünü o uyaklarla bitiriyorlardı. Öyle uzun uzun düşünme yok. Uyak verildikten hemen sonra şiire başlayacaksın. Bir de “dudak değmez” yarışması vardı ki her babayiğidin harcı değil. Dilimizde “b,p,m,f,v” harflerini söylerken dudaklar birbirine değer. Siz, içinde bu seslerin geçmediği dizeler söyleyeceksiniz. Söyleyemezseniz iki dudağınız arasındaki toplu iğne dudağınıza saplanır. Niye geldim bu konuya? Halk ozanlığı kolay iş değil. Doğuştan gelen yetenek ister. Mahzuni bu yarışmalara girdi mi bilmem; ama hep haktan yana oldu, türkü sözlerini kendi üretti, besteledi, söyledi.
"NE GÜZELDİR TÜRKÜLERİ" yazısıyla Neşet Ertaş'ı anmıştım daha önce. Mahzuni’yi anarken ben de bunları yazdım. Yazımı onun bir türküsündeki dizeleriyle noktalıyorum:

“Mahzuni halk (hak) için ölsün
Ben giderim dostlar kalsın
Koltuk, saray sizin olsun
Bırak beni konuşayım
Ve insanca danışayım”
……………………………...................

Numan Kurt
20 Kasım 2018