Tadına doyum olmazdı
Fırından yeni çıkan
Nevşehir simitinin
Ne zaman elimize yirmi beş kuruş geçse
İçi pamuk, dışı kabuk
Bu lezzeti tatmak için
Arkadaşım Yağmur’la
Koşardık Meteris yolundaki kara fırına
En büyük zevkimizdi
Cumartesi öğleden sonraları
Altmış kuruşa sinemaya gitmek
Kırk yılda bir kere ola ki geçerse elimize yüz yirmi beş kuruş
Küçücük esnaf lokantasından
Yarım ekmeği katık yaparak
Bir tabak
Kuru fasulye yemek
Bir arada kaldık
İki yıl
Kente okumaya gelen
Köy çocuklarıydık
Başımızda ebemiz
Ne de güzel yemekler yapardı gaz ocağında
“Hacı ebe” derdik bu nur yüzlü kadına
Hakkını hiç inkar etmedik
Onu her zaman saygıyla anardık
Beşimiz



……………………………………………………………………
-Bu çocuğun tasdiknamesini veremem, gelin beni dinleyin , lisede okusun.
-Öğretmen okulu yatılı. Her şeyi devlet karşılıyor hocam, başka çaremiz yok.
-Öğrencimizin üniversite okumasını isterdim. Yazık olacak. Köy okulundan çıkıp okulumuzdaki altmış kişilik sınıflarda her dönem iftihar listesine girmek kolay değil. Sizi anlıyorum, yapacak bir şey yok.
Böyle konuştular Nevşehir’deki o zamanlar tek lisenin müdür yardımcısı Erdinç İlter’le liseye kaydım sırasında velim olan Abdullah amca.Ortaokulu bitirince Nevşehir Lisesi’ne kaydolmuştum 1966 yılında. Bu arada öğretmen okulu sınavına da girmiştim. Sınav sonuçları lisenin kayıt zamanına kadar açıklanmadığı için liseye kaydımı yaptırmak zorundaydım.
Nevşehir Lisesi’ne bir hafta devam ettim. Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu’nun ilk sınavını kazandığım haberi geldi. Yazılı ve sözlü ikinci bir sınava çağrıldık. Altı yüze yakın öğrencinin girdiği bu sınavdan sonra “Ben boşuna geldim, kazanamam!” diye düşünürken sonuçları açıklamak için bizleri okulun yemekhanesinde topladılar. Bizler heyecanla beklerken bir öğrenci, adını bile unutmadım, Hacıbektaşlı Hasan Aydoğan sonuçları okumaya başladı. İlk isim, daha sonra sınıf arkadaşım olacak olan Nasuh Atila, birinci olmuştu. İkinci olarak adım okundu. Ben kazanamam kaygısındayken ikinci olmuştum.
Her neyse okula başladık. Numaramız sınıf listesinin başında olduğu için ilk hafta derse bile girmeden yemekhane nöbetçisi olduk. Yemekhanede onar kişilik dört masa bir nöbetçiye ait. Kırk kişiye hizmet ediyorsun. Sabah, öğle, akşam masayı hazırla, yemekten sonra sil, akşam olunca da patates, patlıcan, soğan soy; fasulye ayıkla ve daha neler.
Ortaokulda alıştığımız serbestlik ortamından sonra sıkı disiplin altında, daha öğretmenleri, arkadaşları tanımadan bu duruma düşmek, bir hafta boyunca nöbetçi başkanından, nöbetçi öğretmenlerden azar işiterek soğan soymaktan tabak kurulamaya kadar gün boyu çalışmak beni okuldan kaçma noktasına getirdi. Kaçmam da mümkün değildi. Ne yapmalıydım?
Nöbetçiliğimizin üçüncü gününde, genç yaşta rahmetli olduğunu duyduğum , ilk hafta bizimle nöbetçi olan Ali İbrahim Şahin’in babası mutfakta yanımıza geldi. Öğretmen olan, şu an yaşadıklarımızı yatılı okurken yaşayan bu amca bize büyük moral verdi.
Nöbetçilik kabusundan sonra rahatladık. Devlet baba o zamanın zor koşullarında elbisemizi, ayakkabımızı, pek çok ihtiyacımızı karşılıyordu. Kalıbı bile olmayan yamuk yumuk sarı sabunları, terzinin ölçümüzü alarak diktiği ve sonra bize teslim edilen takım elbisemi hiç unutamam.
Yatılı okul yaşanmışlıkları anlatmakla bitmez. Ben, iki anımı anlatmak istiyorum. Kalanlar daha sonraki yazılarıma…
…………………………………………
Hababam Sınıfı’ndaki kadar olmasa da haylazlıklar, bazen tatsız şakalar, yaramazlıklar her yatılı okulda vardır. Öğretmen okulu son sınıftayız. On yedi- on sekiz yaşlarında olsak da kendimizi öğretmen yerine koyup havalara giriyoruz. Pek çok arkadaş şehirdeki terzilere elbiseler diktiriyor maaşı alınca ödemek sözüyle. Sınıfımızda Mehmet adında bir arkadaşımız var. Bizim sivilcilenen yüzümüzde sakallar çıkarken Mehmet’te tüy tüs yok. Uzun boylu, ablak suratlı, beyaz tenli bir arkadaş.
Yatakhanemiz on sekiz kişilik. Altlı üstlü ranzalarda yatıyoruz. Yatakhanenin birkaç haylazı Mehmet’e bir oyun hazırlıyorlar. Mehmet’in olmadığı bir zamanda tüm yatakhaneye duyuruyorlar.
Ne mi yapacaklar? Akşamın son etüdü bitip yatakhaneye dönünce okulun verdiği çizgili pijamalarımızı giyip lavabolarda temizliğimizi yaptıktan sonra en geç saat 22.00’de yatmak zorundayız. Plana göre Mehmet dışında tüm yatakhane hemen temizlik işini yapıp yatakhaneye dönecek. Işık sönmüştür. Her şeyden habersiz Mehmet, yatakhaneye dönünce birkaç kişi üzerine çullanacak, Mehmet’in pijamaları ve tüm iç çamaşırları çıkarılacak. Herkes geri çekilince ışık yakılacak. Bu tuzak, Mehmet’e yapılan bu tatsız şaka aralıklarla birkaç kez yapıldı. Bu tahammüllü kardeşimiz her seferinde anadan üryan yatakhanenin ortasında kalıyor, diğer haylazlar da kahkahalarla gülüyorlardı.
Sonunda dayanamadı Mehmet. Bir gün “Bu pis şakayı bir daha yaparsanız hepinizi okul nöbetçisi öğretmene, müdür yardımcısına hatta müdüre şikayet edeceğim.” diye yemin etti.
Daha önce de bu tehditlere aldırmayan bu işin elebaşıları Mehmet’in uyarısını dikkate almadılar, aynı şakayı yine yaptılar. Ortada dikilip kalan Mehmet, sağa sola atılan çizgili pijamasını giydi ve hızla yatakhaneden çıktı. Çıkarken de bağırıyordu:
-Yettiniz ulan gayrı! Bir olur iki olur. Sizi Aydın Topaloğlu’na şikayet edeceğim.
Önce bu tehdidi inandırıcı bulmayan şakacı ekip, Mehmet’in hızla yatakhaneden çıkıp koridorları indiğini görünce hızla peşine takıldılar. Yatakhane ile idare binası arasında zor yakaladılar Mehmet’i.
-Biz ettik, sen etme! Şakanın dozunu kaçırdık, bir daha yapmayacağız, yemin ederiz.
Mehmet, inandırıcı bulmamış olacak ki yoluna devam etti. Peşinden gelenler çaresiz Mehmet’in önüne geçip yeminler ederek onu engellediler. Bu arada nöbetçi müdür yardımcısı Aydın Topaloğlu da yatakhane yönüne geliyordu. Yatma saatinde yolda pijamalı öğrencileri görünce her zamanki tersliğiyle:
-Ne geziyorsunuz bu saatte?
-Mehmet rahatsızlandı da hocam, şöyle bir hava aldıralım dedik.
-Çabuk yatakhanenize, ben gelinceye kadar ışık sönmüş olacak.
Mehmet de o sevimli, güleç yüzüyle arkadaşlarını ele vermedi. Şimdilerde sınıf arkladaşlarımızdan biriyle karşılaştığımızda bu olayı anlatır güleriz. O sevimli yüzüyle Mehmet’i de okuldan beri hiç göremedim. Bir gün karşılaşmak kısmet olursa herhalde bu olayı anlatır güleriz.
………………………………………………
Ben, neredeyse elli yıldır sabahları erken kalkarım. Bunun nedenini de beş yıl yatılı okumama bağlıyorum. Öğretmen okulunda sabah altıda kaldırılırdık. Bir saatlik temizlik ve kahvaltıdan sonra sabah etüdü başlardı. Okulda banyo bile yoktu. Son sınıftayken okul müdürü Osman Karagülle bir gün şu müjdeyi verdi:
-Okulumuzun yatakhane kısmının bodrum katına yirmi dört kabinlik sıcak sulu banyo açılmıştır. Sınıflar yapılan programa göre haftanın herhangi bir gününde düzenli biçimde banyoya girebileceklerdir.
Ne kadar sevinmiştik bu müjdeye. Terme’ye gitmekten kurtulacaktık. Sıcak su ile yıkanacaktık. Aradan iki gün geçmedi. Topladı okulun kapısında tüm öğrencileri Osman Karagülle ve kükredi, sözleri de gülle gibiydi:
-Yazıklar olsun size, daha ilk haftasında ahlaksızın biri banyonun içine etmiş. Size rahatlık batıyor. Kapatıyorum banyoyu. Ne haliniz varsa görün!
…………………………………………………
Birinci sınıfta eflatun şeritli okul şapkalarımız vardı. Çarşı iznine şapkalarla çıkardık. Üst sınıf öğrencilerini görünce asker gibi selam verirdik. İkinci sınıfta şapkayı kaldırdılar. Ben, yatılılıktan sıkılır, Pazar günleri kendimi Kırşehir Ticaret Lisesi’nde okuyan arkadaşlarımın evine atardım.
Okula girdiğimiz yıl okul müdürümüz Halit Akarca’ydı. Onun pazartesi bayrak törenindeki konuşmalarında öğrencileri haşlarken “Yeniçeri güruhu, sabotörler!” sözlerini de hiç unutamam.
Sınıfı doğrudan geçenler bir ay boyunca yaz kurslarına kalırdı. Köylere gider, köylüye yardımcı olur ya da okulun bahçe işlerini yapardık. Bir gün Halit Akarca kursa kalan tüm öğrencileri okulun önündeki platformda kare oluşturacak şekilde sıraladı. Okula yakın Dinekbağ’dan bir kadın yanında genç kızıyla müdürün yanına dikilmişlerdi. Hepimiz kalkayı oluşturduktan sonra okul müdürü:
-Aranızda birkaç kendini bilmez, Dinekbağ Mahallesi’nde bu genç kızımıza laf atmış, aileyi rahatsız etmiş. Şimdi anne ve kızı hepinizin yanından geçip bu utanmazları tespit edecekler.
Beni de sıradaki öğrencileri de bir korku aldı. Ya gelip bizi işaret ederse! Allah Allah, bu arada dikkat çekici bir durum vardı. Öğrenci sıralarının arasına bıyıksız, genç öğretmenlerden üçü de yerleşmişti.
Kadın ve kızı sıralı öğrencilere tek tek baktılar. Sonunda üç kişiyi ayırdılar. Ayırdılar ya biz de kahkahayı kopardık. Müdürümüz:
-Susun haytalar, kesin gülmeyi!
Ne mi oldu? Seçilenlerden biri öğretmenlerimizden Şükrü Bey’di. Kadın “Kızımı bu öğrencilerden birinin başına sarayım.” diye bir yalan uydurmuş olmalıydı. Halit Akarca:
-Defol be kadın! Gözüm görmesin seni, diye bağırdı.
Kadın ve kızı arkalarına bakmadan uzaklaştılar. Bu arada Şükrü Bey’e “Hocam siz de mi?” diye takılmalar başlamıştı.
……………………………………………………..
Yatakhanede ranzalar üzerinde çizgili pijamalarla yaptığımız sohbetlerimizle, her gün bir öğün çıkan makarnasıyla, kuru fasulye çıktığında atılan naralarımızla, hafta sonu çarşı izni özgürlüğümüzle, hafta içi Kılıçözü yanından kaçak olarak çarşıya gidişimizle, son sınıftaki iki aylık köy stajımızla, doymayınca Dede’nin büfesinden aldığımız kaynamış yumurtamızla ve daha neler nelerle yatılı okul yaşantımı unutmadım. Yatılı okumak bana pek çok hayat dersi verdi. En önemlisi de özgür olmanın değerini kavrattı.
Şimdilerde bu sanal ortamda sekiz on kadar arkadaşımla iletişim içindeyim. Son sınıfta yaptığımız fotoğraflı sınıf tablomuza baktıkça onları anıyorum. Hele çizgili pijamalarla ranza üzerinde bir fotoğrafımız var ki baktıkça gülümserim hem de hüzünlenirim.
Kuru fasulye mi vardı o gün yemekte
Ahmet Kirişçi nara atardı
Herkesin korktuğu Osman Karagülle’ye
O ufak tefek Çetinkaya Ahmet
Sınıfta bile kafa tutardı
Pırasa ya da kapuska çıktığı gün
Çöp tenekeleri
Çabuk dolardı
Boykot konusu olurdu her gün çıkan makarna
Çay kaynardı kocaman kazanlarda
Hiç düşmezdi ağzından Birinci sıgarası
Aşçı Hacı Mehmet Efendi’nin
Sırtında çalar saati vardı
Gece bekçisinin
Sınıfın en tıfılı Ali Yılmaz'la
Çok ilginçti kırk yıl sonra karşılaşmamız
Adımızdan önce numaralarımızı söylemiştik
Sözle sohbetle hasret gidermiştik
Yazmakla bitmez yatılılıkta yaşadıklarımız
Hep aklımda şimdilerde hiç giyilmeyen
Çizgili pijamalarımız
Altmışlı yaşların sonuna doğru
Mutlu ediyor bizi
Sağlıklı gördüğümüz arkadaşlarımız