TRAKTÖR GELDİ KÖYE

-Sizin köyde yemek yiyecek, yatacak yer var mı Mustafa?

-Sen hiç köy görmemişsin herhalde Akif Usta, köyde lokanta, otel olur mu? Biz gelen misafirleri odalarımızda yatırır, Allah ne verdiyse pişirdiğimizle de karınlarını doyururuz.

Akif Usta'nın pek kafası yatmadı bu işe. Hiç yaşamamıştı köylerde. Öyle fazla tahsili olmasa da Kayseri'de doğmuş, orada büyümüştü.

-O zaman ben seni köyün yol ayrımında gönderirim. Traktörü nasıl götüreceğini de ayrılacağımız yerde iyice anlatırım.

Mustafa'nın kafası karışsa da traktörle köye tek başına girecek olmanın verdiği heyecan, tüm köylünün onu, traktörü sürerken görecek olması sesini çıkarmayıp kabullenmesi için yeterliydi. Kasketini yukarı kaldırdı, ufak tefek bir adam olmasına rağmen kendisini çok heybetli ve güçlü hissetmeye başladı.

Köye ilk traktör geliyordu. Süleyman, Mustafa ve Ali, bu traktörün ortaklarıydı. Birkaç gün önce üçü birlikte Kayseri'ye gitmişler, Lanz traktörün parasını yatırmışlar, alım satım işini halletmişlerdi. "Üçünüz de burayı beklemeyin." dedi Akif Usta, "en genciniz Mustafa kalsın, Süleyman Ağa'yla, Ali Ağa önden gitsinler. Hepimiz traktöre sığamayız."

Öyle yaptılar. Süleyman'la Ali köye gitmek için ayrıldılar. 

Akif Usta'yla Mustafa da onlardan bir süre sonra Kayseri'den köye Lanz traktörle yola çıktılar.

Mustafa'nın içi içine sığmıyordu. "Demek koca köyde ilk traktör bizim olacak ve bu traktörü de Akif Usta öğrettikten sonra ilk süren ben olacağım." diye yüzünü hep gülümseten düşüncelerle yolda Akif Usta'yı imrenen bakışlarla hep izledi. Lanz traktörün gürültülü sesi arasında pek de duyulmayan Akif Usta'nın ara sıra söylediği "Gesi Bağları" türküsüyle köylünün  "Bekleme" dediği yol ayrımına kadar geldiler.

................................................

-Bak Mustafa, sana debriyajı, freni, vitesi tek tek söyleyeceğim. Yine de sen giderken benim takacağım birinci vitesle git. El gazına yolda az az dokunursun."

-Sen ne dersen onu yaparım Usta, dedi Mustafa; ama bunu derken de eli ayağı titriyordu.

Akif Usta. traktörü birinci vitese takarken "Sen debriyaja bas Mustafa!" dedi. Sonra "Şimdi ayağını yavaş yavaş debriyajdan çek, hemen gaz verme, ben atlayacağım." Traktör hareket edince de arka taraftan yere atladı. "Haydi, gözünü yoldan ayırma! Allah işini rast getirsin."

Mustafa, yüreği göğüs kafesine sığmaz halde, gözü yolda, elleri direksiyonda birinci vitesle köye kadar geldi. Ağaran daracık yoldan başka hiçbir yere kafasını çevirmiyordu. İçinden neşeli neşeli ıslık çalmak, türkü söylemek gelse de iki eliyle direksiyona sarılmış, kıpırdamaz duruşuyla bunları da yapamıyordu. Köye kadar geldi ya bir de ona sorun.Yol da yol değildi ki...At arabalarının, kağnıların geçtiği daracık iki çizgi.

 Başta ortaklar Süleyman ve Ali, köylülerden traktörün geleceğini duyanlar ve çocuklar köyün girişine toplanmışlar, meraklı gözlerle bu "köye ilk getirilen traktör"e bakıyorlardı. Mustafa, köyün girişinde, yoldaki hızıyla sağa döndü, Ali'nin evine doğru yöneldi. Köylü, çoluk çocuk peşinde koştular traktörün. Eve yaklaşınca bir ter bastı Mustafa'yı. Traktörü durduramıyordu. Evin etrafındaki boşlukta dön babam dönüyordu. Dönerken de "Süleyman Ağaaaa, Aliiiiii, önüne bir şey atın, durduramıyorum." diye bağırıyor; o döndükçe de çocuklar peşinde koşuyorlardı. Büyükler sağa sola koşuşturup traktörün önüne atacak büyükçe bir kütük ya da bir taş bulma telaşındaydılar. Teri sırtına vurup heyecandan, korkudan kıpkırmızı olan Mustafa birkaç turdan sonra gözüne değirmenin duvarını kestirdi. Köylünün "çelan" dediği iki duvarın birleştiği köşeye traktörü sürdü. Zaten birinci viteste olan Lanz traktör de duvara çarparak stop etti.

Sonra nasıl oldu? Bu traktör böyle kalacak değil ya! Ortaklardan biri Kayseri'ye giderek acentadan bir şoför getirdi. Şoför, bir hafta süreyle başta Mustafa olmak üzere ortaklara traktör sürmeyi öğretti.

Artık tarlalar uyandı traktör sesine

On yıl içinde

Onlarca oldu "Massey Harrıs'lar

Toprak da dağıtılınca köylüye

Bereketlendi ova

Birer direksiyon ustası oldu

Sekiz köşe kasketli köylülerim

Daha neşeli çıktı davulun, zurnanın sesi

Bir başka olmaya başladı

Düğünler

.......................................................

HÜSNE GELİN GİTTİ
 

"Cafarlar" derlerdi bu üç kardeşin sülalesine. Bekir, Mehmet ve Ahmet. Üçünün de kızlarından birinin adı Hüsne'ydi. Demek ki analarının adı Hüsne'ymiş. Bizim hazin hikâyemizin kahramanı "Damat Mehmet" diye anılan dedenin kızı Hüsne... Değirmenin duvarına  çarptırılarak durdurulan Lanz traktörün ortaklarından Kekeç'in Ali emminin karısı Hüsne. Anamın amcasının kızı. "Keşke anam ölmeden ondan daha ayrıntılı dinleseydim bu acıklı öyküyü." derim bazen kendi kendime. Yine de dinlediğim kadar, kurgulayabildiğim kadar anlatayım bu olayı.

...........................................................

Tandır damında yapılan ekmek kuşluk vakti bitince ekmek tahtasının başındaki Hüsne, sacın yanında oturup ekmeği eviren kaynanasına "Ana," dedi önlüğündeki unu uğrayı çırparak, "Oğlun Ali, Süleyman ağam, Mustafa ağam motorla tarlaya gidiyorlarmış, ben de gideyim de ustaya, işçilere akşam için karpuz, sebze getireyim." Hatça ebe "Off belim belim..." diye doğrulurken "Git, git de gecikme akşama pilav da pişecek." diye söylendi. Evlerinin yanına birkaç göz yeni bir ev yaptırıyorlardı.

Tandır damında ekmek yapımı bittiği için ortalığı şöyle bir düzeltti Hüsne gelin. Daha otuz yaşına belki yeni gelmişti ya boy boy dört çocuk, üç kız bir oğlan. En büyükleri Rukiye, "Ana kız, ben tandıra koyduğun sıcak su ile başımı yıkayacağım, sen gelince beliklerimi örersin." Olur," dedi Hüsne, "ben bostana gidince kardeşlerine de göz kulak ol!" Traktörden henüz ses yoktu. Hüsne'nin pişirdiği sütlü kabak yemeğini öğleyin çoluk çocuk iştahla yediler.

Lanz motorun (traktörün) sesi köyün öbür ucunda da gelse duyulurdu. Gürültüyle kapının önünde durdu. Direksiyona ortaklardan Mustafa kurulmuş, Hüsne gelinin kocası Ali ile diğer ortak Süleyman da iki yanda tekerlek üstündeki kısımlara oturmuşlardı. Evin çiftçisi Tepesidelikli Duran bir koşu eve girdi: "Haydi abla, biz tarlaya gidiyoruz, sen de gidecekmişsin, hemen gel." 

Hüsne gelin, vagonetin ön tarafındaki oturmalığa geçti, ayaklarını boşluğa sallayıp sırtını vagonetin önüne yasladı, oturdu. Duran, vagonetin içine bindi.

Sadık köyünün yazın tozu, kışın da çamuru pek çoktur. Köyün hiçbir yerinde kum olmadığı için yazın yollardaki toprak un gibidir. Yağmur yağınca da çamurdan çıkılmaz olur. Traktör, Ayvalı'daki tarlaya giderken tozu dumana katıyordu. Üstündekiler de elbet bu tozdan nasiplerin alıyorlardı.Tarlaya buğday ekilmiş, bir bölümüne de kavun, karpuz, soğan... ekilerek bostan yapılmıştı. Ekin biçilmiş; ama bostan henüz bozulmamıştı.

Traktör, tarlaya girince sapların arasında biraz yavaşladı. Dört çocuklu ana da olsa gençlik bu ya, Hüsne gelin oturduğu yerden, traktörle vagonetin arasından hem de traktör durmadan tarlanın sap kökleriyle kaplı toprağına atlamak istedi. Atlarken oturduğu yerin kenarındaki demire takıldı kemeri, entarisi. Traktörle vagonetin arasındaki bağlantı demirine çarparak toprağa düştü. Lanz traktörün gürültülü sesinden çiftçi Duran'ın bağırışları duyuluncaya kadar vagonetin ön, arka tekerlekleri Hüsne'yi çiğnedi geçti.

Mustafa, motorun sesini durdurduğunda Hüsne gelin, arkada, toprağın üstünde boylu boyunca yatıyordu.

Yanına koşuştular Hüsne gelinin. Güzel yüzü solmuştu, toz toğrağa belenmişti; ama yaşıyordu. Bağırışlar içinde elleşip vagonetin ortasına yatırdılar. Hemen tozlu köy yoluna düştüler.

Solup sarardı yolda Hüsne'nin gül benzi. Köye varınca odanın birindeki sedire yatak serip yatırdılar. Kusmuştu, öğleyin yediği sütlü kabak yemeği artıkları gelmişti ağzından. Akrabalar, komşular. sonra da  tüm köyle Ali'nin evinin önüne yığılmıştı. Ağıt, figanın yanında her kafadan da bir ses çıkıyordu. 1952 yılında köyü bırak, ilçede de doktor yok. Zaten doktora götürmek de kimsenin aklına gelmiyor.

Bir koyun kesti çiftçi Duran. Derisini hemen yüzüp Hüsne gelinin vücuduna sardı kadınlar. Ne bilsinlerdi iç kanamayı. Sandılar ki Hüsne'nin yalnız kırık çıkığı var.

Akşam olmadan can verdi Hüsne gelin. Rukiye'nin beliklerini öremedi. Küçüğü bir yaşında, diğeri ondan üç yaş büyük kızlarının, sarı saçlı oğlunun ve de Rukiye'nin gününü göremeden geçip gitti Hüsne gelin.

Düvenin üstüne yatırılmıştı Hüsne gelinin cansız vücudu. Doktor, savcı, jandarma otopsiye geldiler.   Dayanılmaz olan ise daha yeni yürüyen Güldane'nin düvende yatan annesini emmek için ona doğru düşe kalka koşmasıydı. Kimde can kalır, göz yaşı sel oldu.
Savcı sordu küçük Derviş'e, "Babanla traktörü süren amca arasında dövüş kavga var mıydı?" diye. "Yok" dedi Derviş, tüm çocukların doğruculuğu ile.

Ağıtlar yakıldı Hüsne geline:

Kara gözlü Hüsne'm gitmiş de bostana

Traktör çiğnemiş Hüsne'mi kıymadan ona

Kara haberin de duyulmuş babana

Öksüz kaldı da dört yavrum oyy, oyy!

..................................................................................
Numan Kurt