TAZE SELVİ KABUGU KOKUSU

Daha ilkokula gitmiyorum.

5 ile 6 arası olmalıyım.

Babam bir gün kararını verdi. Yuvanlı'daki kumlu bahçemize çepeçevre selvi dikecek.

Massey Harris traktörümüze bindik. Yuvanlı'ya gittik. İki işçimiz de vardı. Gün boyu, selvıleri dikeceğimiz oyukları,yuvaları açtılar. Ben de yardım (!) ettim.

'' Şükrü Bey, iyi gözel de gurur burda ağaclar.Toprak değil, gum burası.''

Babam kararını vermiş.

'' Olsun,'' diyor.''On tane dikeriz, biri tutsun, yeşersin; yeter.''

Yanında gezmekten gurur duyuyorum. Ayağıma dikenler batıyor, canım yanıyor;aldırmıyorum.

'' Oglum,'' diyor.'' Bu ağaclar sizin için. Gelecekte bunlar bir büyüdü mü, kesilecek hale geldi mi, satıp para da kazanacağız.''

Niğde yolundan kamyonlar geçiyordu tozu dumana katarak.

'' Paramız olunca bi gamyon alalım mı,'' diye soruyorum.

Aşıklı Dağına dogru bakıyor babam, gülümsüyor.

'' Birkaç yıl sonra o yükseklerden bakınca pek gözel görünecek Yuvanlı...''

Öğleyin ara veriyoruz çalışmağa. Azık bohçamızı açıyoruz. Taze soğan, yufka, börtlenmiş yumurta var. İştahla yiyoruz. Suyun kaynağına gidip su da içiyoruz. Doymuşuz.

.....................

Babam bir akşam Nevşehir'den gelince haber getirdi.

'' Nevşehir'de kavakları olan bir tanıdıkla konuştum. Yarın budayacaklarmış. Biz de gidip onları alıp getireceğiz traktörle.''

'' Ben de geleceğim,'' dedim.

Bir saat uzaktaydı Nevşehir bize. Bizim çayımızın o beldenin önünden geçtiğini bilyordum.

Güneşli bir Nisan günü.

Çay kıyısında bir bahçede sıra sıra kavaklar, söğütler...Nevşehir'den gelmiş birçok kişi budamağa başlamışlar bile.

Babam Maarif Memurluğu'nda işim var, diyerek gitti.

Ben ağaç budayanları seyrediyorum. Zor iş. Adamlar, belli ki, ayakları ağrıdığından zaman zaman aşağı inip dinleniyorlar. Tabakalarından tütün çıkarıp kağıda sarıp tüttürüyorlar. Testereler, hızarlar...Ortalıkta kesilmiş taze kavak kokusu...Kabuğu soyulmuş söğüt kokusu.

Kent karşımızda. Babam şimdi o yapılardan hangisinde acaba? Bir yapının önünde karıncalar gibi bir devinim var. İlkokulmuş. Uzaktan öğrencileri ben karıncalara benzetiyorum.

Benim orada varlığımı kimse önemsemiyor. Habersiz gibiler. Kesilen dallar bir yere yığılıyor. Sağlam olanları seçenler de var. Bir nacakla daha küçük parçalara ayırıyor bir kadın da.Herhalde onları sonra evine götürüp kurutacak, ocakta ya da tandırda yakacak...

Babam beni de götürseydi ya kent merkezine.

Sanırım, denetlediği köy eğitmenleriyle ilgili bir toplantısı var. Ankara'dan,Niğde'den gelen yetkililere açıklama yapıyor olmalı.

Öğlen oldu. İşi boşladı budamacılar. Çayır çimenin üstüne oturdular. Herkes azık bohcasını açtı, ortalığı haşlanmış yumurta kokusu sardı. Testiyle getirilmiş sudan da içiyorlardı. Dürüm yapıp yiyenleri gözlüyorum. Bir kişi bile bakmıyor yüzüme. Acıkmışım. Midem gurulduyor. Ah anam, sen de bana hazırlasaydın ya azık. Yok. Bahçe sahibi olan göbekli adam şehir somunu çıkardı bohçadan, kızarmış tavuk...İştahla yiyor. Dayanamayacağım. '' Emmi, ben acıktım,'' desem. İsteyemem ki. Dilenmek benim yapacağım iş değil. Ne yapmalı? Babam da gelemedi bir türlü. Belki, beni düşünür de yiyecek bazı şeyler getirir yanında.

Dayanamıyorum, sabah da sevincimden iyi bir kahvaltı yapmamış olmalıyım. Ağlamağa başladım. Kimsenin umurunda değil. Beni gören yok. Çay ile kale arasındaki yamaçta birçok cami var. Öğle ezanı okunuyor. Birkaç budayıcı, kanaldan akan suyla abdest aldı, namaza durdu. Hala bir umudum var; beni görecekler, bohçalarında kalan yemek kırıntılarından bana verecekler. Fakat, umsunuk olmak boşuna. Bohçaları çırptılar. Arılar, karıncalar yiyecek artıkları.

Açlıktan ölebilir mi insan. Türkan ablam, Türkçe okuma kitabından bazı parçaları yüksek sesle okurdu da, cankulağıyla dinlerdim. Olabilir. Aç kalan insan ölebilir. Çocuklar da dayanıksızdır.

Havada soymuk kabuk kokusu. Açlığımı daha da derinden duyumsuyorum. Bir serin eser çıkıyor sonra, kesik budakların kokusunu çevreye yayıyor. Ağlıyorum, kimse aldırmıyor.

'' Yav, şurda bir çocuk var. Şükrü Beyin oğlu. Acıkmıştır. Şu yumurtalı dürümü yesin,'' diyen yok. Nevsehirliler anlayışlıdır. Halden bilirler...

Babamın geldiğini görüyorum. Ağladığımı anlamasın. Arktaki suyla yüzümü yıkıyorum.

Mal sahibiyle konuşuyor babam. İri,sağlam dalları ayırtıyor. Bana sesleniyor. Elimden tutuyor,yürüyoruz. Artık açlığımı umutmuşum. Babam yanımda ya. Anlamış olmalı. Kent merkezine ulaşıyoruz. İlk kez görüyorum burayı. Ne denli adam böyle. Kadınlar, kızlar, öğrenciler. Görede gördüklerime benzemiyorlar. Motorlu araçlar da var, koyu dumanlar çıkararak gidip geliyorlar. Bir yere giriyoruz. Havada yemek kokusu. Masalara oturmuş insanlar yemek yiyorlar. Babam kimilerine selam veriyor. Kimileri de babamı kendi masalarına çağırıyor. Babam föterin çıkarıp gülümseyerek selamlıyor onları. Dipte bir masaya oturuyoruz. Babam çorba istiyor. Bana da aynısından getiriyor yaşlı bir garson. Çorbayı iştahla içiyoruz. Anamın çorbası kadar lezzetli olmasa da güzel. Sonra pilav üstü taskebabı söylüyor babam. Onu da tadına vararak yiyoruz.

'' Tatlı ister misin?''

Yanıt vermedim. Doydum. Karnım ağrımıyor artık. Midem guruldamıyor. Tatlı olmasa da olur. Fakat geliyor. O güne değin görmediğim güzel boyakta bir tatlı.

'' Buna tulumba tatlısı denir.''

Böylece öğrenmiş oluyorum. Bir bardak da su içiyorum. Babam hesabı ödüyor. Kalkıyoruz.

.......................

Massey Harris'in vagonetine yüklenmiş selvi dalları Yuvanlı'ya taşındı. Dayılarımın oğulları Yılmaz, Mustafa yardım ettiler...Ertesi günü gittik, herbir dalı topağa gömdük, berkittim ayağımızla, sıkıştırdık. Testilerle, kovalarla taşıyıp cansuyunu verdik.

O kumlu Yuvanlı...Uzaktan kuru görünen tarla bir gün içinde değişti. Çepeçevre selvi ağaçlarıyla kuşatıldı. Gün bitti, babam işçilerin yevmiyelerini ödedi. Traktörün vagonetine bindik. Babam Tatlısert tütünden bir sigara sardı, keyifle tüttürdü...

'' Herbir selvi sizin için oğlum. İlerde yararını göreceksiniz,'' sözünü anımsarken gülümsedim.

.....................

Ertesi gün, Hüseyin'le karar verdik. Coskuyla, sevinçle Aşıklı Dağına çıktık. Bir adım atıyor, geriye dönüp aşağılara bakıyorduk. Gerçekten de Yuvanlı güzel görünüyordu. Hele o selviler tutsun, toprağa kök salsın, yaprakları gökçe gökçe çıkıp,gömgök, çoğalsın, daha da güzel görünecek. Artık orası bir tarla değil, sınırları selvili bir bahçe görünümünde olacak.

.......................

Havada kesilmiş, budanmış kavak, söğüt ağacı kokusu...

Kabuğu soyuk selvi dalları...

Bir çocuğu aç bırakan, ağlatan, anlayışlı Nevşehirliler...

Ve mutlu son...

....................................... 8 Nisan 2017. Göre