ÖLMEK VE ÖLDÜRMEK!

Sevimsiz iki kelime. Allah'ın verdiği yaşama hakkına son verme. Çok kötü bir iş. Yaşadığımız çağda kötü ve çirkin olan bu sevimsiz iş ne de çok yapılır oldu. Bu işler ne kadar da tabi hale geldi. Artık sayılar konuşulur hale geldi. Eğer 1-2 kişi ise ‘iyi canım azmış’ derken bu sayı yukarılara doğru çıktığında ‘bu sefer çok olmuş’ diye üzüntümüz artmakta.

Bir bakıyorsunuz; Sudi Arabistan'da önce Kâbe’de vinç kazasında, ardından şeytan taşlama esnasında Mina'da, ölü sayısının resmi ve gayr-ı resmi söylemlere göre 4100 ler civarında; Amerika'da gün geçmiyor ki, okullar basılmak suretiyle 10’larca yavruların ölmesi; Ne istedikleri, kim adına niçin yaptıkları dahi belli olmayan terör olaylarıyla hemen her yerde 10'larca yerine göre 100'lerce insanlar nâ-hak yere ölüyor; Bu sayıları ve olayları daha birçok sayabiliriz. Nijerya, Somali, Suriye, Irak ve Türkiye’de...

Bütün bunların bir sebebi olsa gerek. Kutlu Nebi’nin; “öyle bir zaman gelecek ki, ölenin niye öldüğünü, öldürenin niçin öldürdüğünü bilmeyecek” dediği hatırlanacak olursa, sanırım yaşadıklarımızı biraz daha anlamış oluruz.

Dostlar! Galiba biz özden ve özümüzden hızla uzaklaşıyoruz. Yanlışların doğru, doğruların yanlış; normallerin a-normal, a-normallerin normal karşılandığı; her şeyin özgürlük adına, sınır tanımaz hal aldığı; ahlak, erdem, saygı sevgi ilkelerinin hiçe sayıldığı bir durum yaşıyoruz…

Diğer taraftan zenginlerin alabildiğine zenginleştiği, fakirlerin fakirleştikçe fakirleştiği; bu kesimlerin de kendi aralarında insicamın olmadığı bir dünyayı düşünecek olursak, olanları daha iyi anlamış oluruz.

Müslim, gayr-ı Müslim hemen herkesin:

Nerden geldim?

Nere gidiyorum?

Yaptıklarımdan ve söylediklerimden dolayı hesaba çekilirsem cevabını verebilir miyim?

Geçici dünyanın geçici zevkleri için nihayetsiz (sonsuz) ahiret yurdunun menfaatini göz ardı etmek akıllı bir iş midir?

Herkesin kendine bu sualleri sormasını isterim.

Doğmak ve ölmek mutlaktır. Ama nâ hak yere değil.