Narsist insanlar kendilerine en uzak, en yabancı insanlardır. Narsistik İnsanı önce kendine kör eder sonra diğerine. Narsist insanların kendilerini beğenmiş ve kendini üstün gören insanlar oldukları bilinir. Evet bu görüntüde böyledir ancak gerçeklikte durum tam tersi.

Kendilerini kabullenemeyen ve sürekli olarak dışarıya " ideal imaj " çizmeye çalışan narsistler, bazen toplumda egocentric bir şekilde etrafındakileri, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlarken; bazen de ironik bir şekilde sürekli diğerlerinin çıkarları doğrultusunda hareket ederler.
Bu tipler aşırı fedakârdırlar ve iyilik yaptıkları kişileri minnet altında bırakırlar. Bu yüzden beklentileri hem yüksektir hem de çok kırılgandırlar. Eleştiriye kapalı,  alıngan olan narsistler,  kendi zihinlerinde oluşturdukları 
" benlik imajı " nin dışına çıkamazlar. Bu benlik imajı bazen mükemmel olup ( ben kimse için kötülük düşünmem, ben çok fedakarım , benim dediğim hep çıkar vs.) bazen de oldukça olumsuz olabilmektedir ( zaten çok şanssızım, bi şeyi de doğru yapamıyorum vs ).

İnsan kendi içinde nasıl bir ilişki kurmuş ise ( benliği ve kendisi arasında ) en yakınlarıyla ilişkisi de buna paralel gelişir. Kendini sürekli suçlayan, yargılayan kişiler genellikle en yakınlarını sürekli suçlarlar ve etrafındaki
 ( uzak dış çevre ) kişiler tarafından hep yargılanırlar. Dahası hayatları boyunca kendilerine bunu yapacak kişileri çekerler. 
Kendisinden memnun olmayan, kendisine değer vermeyen kişiler en yakınlarına değer vermeyi bilemezler. Sevmeyi ve değer vermeyi onun için, onun adına bir çok fedakarlık yaparak göstermeye çalışır ancak aslında onun ! ihtiyacını göremezler. Dolayısıyla en yakınları tarafından anlaşılmaz, değer görmez ve hatta aşağılanır, reddedilirler. Reddedildikçe kabul görmek için daha fazla fedakarlık yaparlar ancak sonuç aynı. Bu kısırdöngü ömür boyu devam eder. Zaman geçer, kişiler değişir ancak yaşadıkları sonuç aynı kalır.

Kendi varlıklarını olduğu gibi kabullenemedikleri için etrafındakiler tarafından dışlanırlar. 

Peki bu insanlar neden böyledir ?

Ebeveynleri tarafından bu olumsuz muameleye maruz kaldıkları için. Ebeveynin tutumunu içselleştirip, iç dünyalarında bu sistemi devam ettirirler. Zamanla iç ses haline gelen bu döngü kişinin kurduğu ve kuracağı ilişkilere
 ya direkt ( zorlayan baskılayan ) olarak ya da indirekt ( yalvaran çırpınan ) olarak yansır.

Şimdi bunları okurken aklınızdan bir çok kişi geçmiştir. Okunanları kendi üzerinden değerlendirenler de olmuştur. Buna nasıl bakarsanız bakın bilin ki 
" Hepimiz biraz Narsistiz "
Kendini bil ( meye çalış ) enler hariç. 

Doğuştan egocentric yaratılmışız. Öyle ki ilk 4 ay anne ile beni aynı görüyoruz . Onu benim parçam olarak. Büyüdükçe ve olgunlaştıkça ayrışmaya başlıyoruz. Bunu ne kadar başarabiliyorsak artık.

İdeal olan ,
Herkesin kendi içindeki sistemin farkında olmaya çalışması. 
Kendine ne yaptığını, etrafındakilerden aldığı geribildirimlerden öğrenmeye çalışarak, kendisiyle olan ilişkisini düzeltmeye çalışmasıdır. 
İnsanın " Ben " olmaya çalışması yanlış değildir. Ne istediğini bilmesi,bunu ifade etmesi;şundan hoşlanıyorum, bundan hoşlanmıyorum diyebilmesi onun sağlıklı bir insan olduğunu gösterir.
Benliğin sınırlarını belirleyen bu ifadeler, insanın ilişkilerinde nerde duracağını ve muhatabını da nerede durduracağını bilmesiyle ilgilidir. Ve Saygı işte tam da budur. Benim sınırlarımı bilmem, dolayısıyla diğerinin sınırlarını da görmem demektir.
 " Hayır " diyemeyen insanların asıl sorunu ilişkilerinde sınır koyamamaları, kendi olamamalarıdır. Onlar bunu " muhatabını kırmak " olarak nitelendirirler. Kendi oldukları anda diğerini kıracaklarına inanırlar. 
Oysa kırmak " insanın üslubu " ile ilgilidir. 

Sınır insanı güvende hissettirir. Sınırı belirli olmayan insanlar , kaygı düzeyleri  yüksek ya da depresif insanlardır. Sınırı fazla belirgin olanlar da güvensiz ve kuşkucudur. İki durumda da insan mutsuzdur. 

'İyi sınır koymak ilişkilerde yakınlığı da getirir.' (Deniz Altınay)
Sınırları koruyanlardan olmak dileğiyle...

Psikoterapist Fatma Çakır Çalışkan