İKİ CÜMLELİK YAZI ve MUTLULUK

Yazmak, “Bunu yazarsam olur mu, şunu yazsam ne derler?” demeden dilimin ucuna gelenleri kağıda dökmek istiyordum bir süredir. Konu çok, çok olmasına; ama okuyanın da ilgisini çekecek, okuduğunu kendi yaşadıklarıyla örtüştürecek daha önce yazdıklarımla tekrara düşmeyecek neler yazabilirdim?
“Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş.” derler ya, ben sıkışmasam da “Ne yazmalıyım?” diye düşünürken bir mesaj geldi facebook sayfama. Gökte ararken yerde bulmuştum konuyu.
“Neymiş bu konu, bir an önce yazsanız da biz de merak edip durmasak.” diyenler vardır şimdi. Konu mu? Öyle belirgin “elma, armut” gibi somut bir konu değil. Hatta çoğu kişinin “İki satırlık yazıdan esinlenip konu mu yaratılır?” diye düşüneceğini de biliyorum; ama “küçük olayların verdiği mutluluğu” anlatacağıma göre bu iki satırlık “anı yazısı” da iyi bir başlangıç olur.
Mucur Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeni olarak çalıştığım yıllarda dersine bile girmediğim bir öğrencimiz vardı. Şimdi İstanbul’da yaşıyor, bildiğim kadarıyla peyzaj mimarı. Babası Erol ağabey ve annesi Türe abla, Mucur’da saygı duyduğum kişiler. Dedesi rahmetli Hüseyin Güner ise Mucur Ortaokulu’nda yirmi beş yıl müdürlük yapmış saygıdeğer bir eğitimci. Hepsinden öte Selda, ödün vermez bir Atatürkçü, bu toplumun değerlerine bağlı aydın bir Türk kadını.
1980 yılı kış aylarında Mucur Ortaokulu son sınıfları arasında bir bilgi yarışması düzenledim. Amacım, öğrencilerin hafta sonunu boş geçirmemeleri, bilgilerini yenilemeleriydi. Tümüyle, okul idaresinin yardımını almadan kendi çabamla yürüttüğüm bu etkinlik öğrencileri de çok mutlu etti. Türkçe dışındaki derslerin sorularını o dersin öğretmeni arkadaşlara rica ederek hazırlattım. Dört beş hafta cumartesi günleri yarışan ve katılan öğrenciler yararlı, keyifli zaman geçirdiler.
Selda Güner, yarışan sınıflardan birinde öğrenciydi. Aşağıdaki fotoğraflar da o yarışmaya aittir.
O etkinlikte öğrenciler ne kadar mutlu olduysa ben de o günlerde yazdığımı sandığım bu hatıra defteri sayfası bana gelince öyle mutlu oldum. Selda’nın, evdeki eski eşyalarını karıştırırken bulduğu, o zamanlar özellikle kız öğrencilerin tuttuğu hatıra defterine bakın ne yazmışım:

“Selda’ya; 25.4.1980
Derslerine girmedim, ama seni çalışkan bir öğrenci olarak tanıyorum. Başarılarının tüm yaşantın boyunca sürmesini dilerim.
Numan Kurt 
Türkçe Öğretmeni"

“Ne var bunda, altı ucu o zamanlar, o küçük, süslü hatıra defterlerine yazılan sıradan bir yazı” denebilir. Oysa ben, bu iki cümlelik yazıyı otuz sekiz yıl sonra görünce mutlu oldum.
“Siz de böyle sıradan, basit şeylerle mi mutlu olursunuz?” diyenlere nelerle mutlu olduğumu yazmak isterim. Bana mutluluk veren yaşanmışlıkları tek tek sıralayacak değilim, şu anda aklıma gelenleri yazıyorum.

Önce "mutluluk"la ilgili söylenmiş güzel sözler:
“Mutluluk bir armağandır ve işin sırrı onu beklemekte değil, geldiğinde memnun olmaktadır.”

“Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır.”

"Gerçek mutluluğun kendi içinizde yattığını fark edin. Huzur, mutluluk ve neşeyi… dış dünyada aramayı bırakın. Paylaşın. Gülümseyin. Kucaklaşın. Mutluluk, kendinize birkaç damla bulaştırmadan başkalarına dökebileceğiniz bir şey değildir."

"Hayatta mutluluk veren şeyler çok küçük parçalardır. Bir iyilik, bir gülümseme, tatlı bir bakış, iyi bir dilek… Aslında mutlu olanlar, bu küçük şeylerin huzuruna varmış olanlardır."
………………
Bu sözleri çoğaltabiliriz. Kim ne derse desin “mutlu olmak” kendi elimizdedir. Her olaya, düşünceye, insana; at gözlüğü ile, ön yargılı, bardağın boş yanını görerek baktığımız sürece mutluluk bizim neyimize.
Gittiğiniz, konuk olduğunuz bir yerden eve dönünce “Oh bee! İnsanın evi gibi var mı?” diyor,evde ayağınızı uzatıyorsanız bu mutluluktur.
Soğuk karlı bir günde kızarmış kulaklarınız, burnunuzla eve gelip sizi güler yüzle karşılayanları görüp gürül gürül yanan hem de üstünde kestane pişen sobaya elinizi uzatmışsanız ne güzel.
Uzun yıllar görmediğiniz arkadaşınız veya arkadaşlarınızla buluşmuş, aklınızda kalan okul anılarını kahkahalarla anlatıyorsanız dünyanın var malını değer.
Sizin, çocuklarınızın, torunlarınızın; kısacası ailenizin, sevdiklerinizin sağlıklı olması mutlu olmanın en önemli kaynağıdır.
Ben; yazarken, son zamanlarda uğraş haline getirdiğim resim çizerken mutluyum.
Sevdiklerim , yakınlarım, çocuklarım,torunlarım sağlıklıysa, sorun yaşamıyorlarsa mutluyum.
Gazetelerin pazar ekindeki yazıları okurken, kabak çekirdeği yiyip maç ya da güzel bir program seyrederken, anlayan biriyle içten söyleşirken mutluyum.
Milli piyangodan, totodan, lotodan büyük ikramiye hayaliyle yaşamıyorum. Sayısal Loto’nun size çıkma şansı on beş milyonda birmiş. Niye çıkmayınca mutsuz edeyim kendimi? Alın teriyle hak ettiğim kazancım varken.
Buraya birkaçını sıraladığım mutluluk veren durumların onlarcasını daha yazabilirim. Sonra da derim ki “Önemli olan günlük yaşanmışlıklara olumlu bakıp mutlu olabilmek gerekir.”
Mutluluğun kaynakları bu kadar çok da bizi mutsuz kılan olaylar, yaşanmışlıklar yok mu? Hem de o kadar çok ki…
Her insanın az ya da çok yaşadığı özel yaşamıyla ilgili mutsuzlukları ortaya dökmenin bir anlamı yok. Elden geldiğince bunları olumluya çevirmek gerekir. Ben asıl mutsuz eden “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.” sözüne uygun olarak bu güzel vatanın götürüldüğü noktadır. Ülkeyi yıllardır yıpratan terör belası, milyonlarca insanın yarı aç yarı tok asgari ücretle çalışması, üniversite mezunlarının bile işiz gezmesi, dış borcun gırtlakta olup ekonominin- her ne kadar övülse de- gidişinin iyi olmaması, eğitimin bilimsellikten uzaklaşması ve de en tuhafı yönünü ileriden, çağdaşlıktan geriye çeviren ülkenin giderek bağnazlaşıp Araplaşması. Kadına şiddet, çocuk tacizleri, cinsellikle ilgili durmadan saçma sapan fetva veren zibidiler, densizler…
Ülkenin kurtarıcısı, kurucusu, bilime dayanan ilkeleriyle bizim aydınlık yolumuz Atatürk’e olan karşıtlığın, düşmanlığın artması, ülkenin bunca sorunu çözüm beklerken Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine ters olarak başka ülkelere düzen verilmeye kalkışılması ve daha neler neler…
Mutluluğu anlatmaya çalışırken bunları yazmak istemedim; ama beyazın yanında siyahtan da söz edersek beyazı daha iyi anlatmış oluruz.
…..
Selda’nın, beni duygulandıran, mutlu eden bir gönderisinden nerelere geldik. Sağlıklı olun, iyimser bakın, mutlu yaşayın.
……………………………………………………………

(Aşağıdaki fotoğraflar, yazıda sözünü ettiğim yarışma günlerinde çekilmiştir.)
Numan Kurt
9 Mart 2018

,