"Bu sabah bahçede karşıma
Küçük bir serçe kuşu geldi
Havuzun taşına kondu
Bir içti, bir doğruldu
Nasıl da korkuyordu
Sen hiç korkma serçe kuşu
Suyunu rahat rahat iç
Sıhhat afiyetle uç
İnsanoğlu çeşit çeşit
Beş parmağın beşi bir mi?"

Bu kısa şiiri çok severim. Necati Cumalı'nın "SERÇE KUŞU" başlıklı bu şiiri birkaç dizeyle ne çok şey anlatır. "Nereden aklınıza geldi bu şiir?" sorusunu bana sormak isteyebilirsiniz. Ben de bütün içtenliğimle anlatırım size. Anlatırken de sazlı sözlü değil de dizelerle, satırlarla bir söyleşi yapmak istedim. Umarım okuyunca sizin de hoşunuza gider.
Emekli olup on yıla yakın bir süre özel dershanelerde çalıştıktan sonra boşluğa düşmemek için yazılar yazmaya başladım. Yazılarım, yaşadığım hayatın, geride kalan günlerimin görüntüleridir. Seksen kadar yazı ve şiirde köyümün 1960-70'li yıllardaki yaşamını, kültürünü, insanlarını; okul anılarımı, teröre, gencecik canlara kıyan hainlere nefretimi, değişik konulardaki düşünce ve duygularımı anlatıyorum. Bir emekli uğraşısı olarak yazdığım bu yazılar facebook arkadaşlarım, edebiyat sitelerindeki ilgili okuyucular dışında geniş bir kitleye ulaşmıyor; ama facebook yoluyla özellikle eski öğrencilerimden aldığım yorumlar, pek çok yazımın edebiyat sitelerinde "günün, haftanın, ayın yazısı" gibi değişik seçkilere girmesi beni mutlu ediyor. Yaptığım sadece şu: Bu olay, bu yaşanmışlık ilgi çeker mi çekmez mi demeden içimden geldiği gibi yazıyorum.Yazılarımı kitap haline getiremedim; ama fotoğrafta gördüğünüz gibi spiralli kitapçık oluşturarak pek çok eşe dosta, öğrencime gönderdim.
Cumalı'nın şiirinden nereye geldik. Emekliliğimden on altı yıl sonra elimizdeki bir miktar paranın üzerine çektiğimiz krediyi de ekleyerek Didim'de küçücük bir ev aldık. Bir artı bir olarak adlandırılan "kuş yuvası" misali küçücük bir yer. İki yıldır yaz boyunca orada kalıyoruz. Küçücük bir kasaba iken şimdilerde kış nüfusu bile yetmiş bini geçen bu şirin yerin havası, denizi çok güzel. Nemi çok fazla değil, plajları, koyları, denizin temizliği ilgi çeken özellikleri. Çeşme, Bodrum gibi varlıklı sosyetenin eğlence, tatil yeri olmasa da bizim gibi emeklilerin, orta halli vatandaşın tatil yeri. Göze batan olumsuzluk bu güzelim yerdeki sınırsız yapılaşma. Neredeyse her sokakta inşaat var. Didim'i başka bir yazımda anlatmayı düşünüyorum. Şimdi gelelim bizim şiire ve serçe kuşuna.
Böyle bir sahil kentinde, tatil yerinde yaşadığıma göre doğal olarak sıcak günlerde denize giriyorum. Yirmi beş yaşında ilk kez denizi görmüş, şimdi de altmış beş yaşına gelmiş bir adamın balık gibi yüzecek hali yok.
Sabahları yediden sonra gidiyorum denize. Deniz ve plaj tertemizken. Benim gibi birkaç emekliden başka kimse yok. Hemen kıyıya şemsiyemi dikiyor, yanına da portatif sandalyemi atıyorum. Yanımda götürdüğüm poşete çevremde ne kadar izmarit, çer çöp varsa toplayıp dolduruyorum. Doğru çöp tenekesine. Bazıları tuhaf tuhaf bakıyor bana, bu adam ne yapıyor diye. Sabah serinliğinde suya girerken biraz zorlansa da insan ilerleyip bir dalınca vücut dinçleşiyor. Tek düze yüzüşle bir süre kulaç attıktan sonra henüz etkisini tam anlamıyla göstermeyen sabah güneşi bütün tadıyla ısıtmaya başlıyor sizi.
Oturdum şemsiyenin altına, beni zor taşıyan portatif sandalyenin üstüne. Tembelliğin tadını çıkarırken bir de ne göreyim yanımda iki serçe. Küçücük, minnacık, korkak, ürkek iki serçe. Kafaları, gagaları bir yerde bir havada. Belli ki açlar. Kumda simit kırıntıları bile yok. Daha kimseler gelmemiş ki simit yiyip döken olsun. İşte o anda geldi aklıma Necati Cumalı'nın şiiri.
Yirmi otuz yıl ömrü varmış bu kuşların. İkide bir yeri gagalayıp bir şey bulamayan bu minicik canlının bu kadar yıl nasıl yaşadığını da merak ettim doğrusu. Yanıma yaklaşan ikisinin fotoğrafını çektim. "Benim," dedim, "...ne gelirse aklıma, yazayım bu serçeler üstüne."
Yıllar önce yazdığım, çocukluk anılarımı şiirleştirdiğim "BÖLÜK PÖRÇÜK 3" başlıklı yazımda serçe ile ilgili kısa bir bölüm vardı. Bakın ne yazmışım:

"Elimde kuş lastiği
Dolaşıyorum ne yapacağımı bilmeden
Birden bir serçe konuyor
Teyzemgilin tandır damındaki bacaya
Körün taşı denk gelir misali
Lastikteki taşı salıyorum havaya
Baktım bacaya konan o minicik serçe yok
Korktu, uçtu gitti, diyorum
Biraz sonra tandır damının
Yanına varıp
Küçük pencerenin camında
Göğsü kanlı
Çırpınan serçeyi görüyorum
Kırlangıçları hiç vuramazdık ya
Artık ne serçe ne de güvercin vuruyorum "

Sabahın bu mis havasında güçsüz, ufacık dalgaların kıyıya her vuruşunda sıçrayan, dönüp bakan iki minik serçeye baktım baktım. Kaşını oynatsan havalanıp uçacak kadar ürkek olan bu sevimli kuşlar çok aç olmalılar ki etrafımda epey dolandılar. Onlar dolanırken ben neler neler düşündüm:

"Bu kez havuzun taşına değil
Şemsiyemin yanına kondu
İki serçe kuşu
İkisinin de ürkek, korkak
Duruşu
Acıkmışlardı belli ki
Bir yerde bir havada gagaları
Yine de mutluydular bana göre
Keşke konuşabilseydik karşılıklı
Deseydim ki bu iki minik yavruya
'Sizin ülkenizde de var mı cana kıyanlar
Gencecik fidanları sevdiklerinden koparanlar
Biz de sizler gibi
Ürker, korkak olduk
Belli değil nerede patlayacak bombalar
Yitip gidecek masum analar, çocuklar
Canlar
Senin ömrün kadar bile yaşamayıp
Hain pusularda
Sevdiklerinden kopanlar'
Ben böyle düşündüm ya
Kendi derdindeydi serçe kuşları
Kumun üstünü gagaladılar bir iki
Sonra belki bir kırıntı bulurum umuduyla
Uçup gittiler"

İşte böyle. Ömürleri bedenlerine kıyasla uzun bu minik kuşlar bana neleri anımsattı. Çevremizdeki her insan, her varlık bize bir şeyler söyler; ama yazmalı insan, anlatmalı duygularını.