HAYATA GEÇ KALMAK

HAYATA GEÇ KALMAK

Nehrin karşı tarafına geçmek için, akan suyun kesilmesini bekleyen insanı bekleyen bir son vardır ; hayata geç kalmak . Oysa o su hiç durmadan akacaktır. Hayat, sürekli geç kalmışlık hissiyle yaşayan ama neye geç kaldığını bilmeyen insandan önce akar. İnsan hep o hayatın arkasından koşar.

Dün ile bugünün arasındaki inanılmaz uçurumu gördükçe başlar geç kalmışlığın sancısı. Hayata geç kaldıkça, baş rolünü oynadığını sandığın hayatta, bir anda başrolden yardımcı oyuncuya düşer, oradan da figüranı oluverirsin kendi oyununun.

Sen cümleni söyleyemeden sahne değişir, sen yeni sahneye adapte olayım derken yine değişir, yine değişir. Tam oldum derken, selam vermek düşer sana . Oysa sen selam için eğildiğinde , bakarsın ki izleyiciler de gitmiştir.

Geç kalmışlık, insanın yakasına yapışıp boğazını sıkan, içten içe eriten öyle acı bir histir ki, "yarına çıkmaya senedin mi var?" diye sorusuyla hiç muhatap olmayanların canını daha çok yakar.

Keşkeler biriktirenlerin, yarına erteleyenlerin ve dünü bugün gibi yaşayanların payına düşendir biraz da geç kalmışlık. Yarış atı gibi yetiştirilen neslin, sürekli bir yerlere yetişme telaşıyla içine düştüğü çıkmazdır . İçine sinsi sinsi çekerken , depresyondan depresyona koştuğunu bilmeyen insanın, çözüm bulamadıkça saplanıp kaldığı bir bataklıktır.

Beraberinde aceleciliği de getirir. Öyle bir handikaptır ki, sahip olunacaklar ve sonu gelmez hedefler için koşmaktan, kan ter içinde bırakır insanı. Ani kararlar amaya, düşünmeden davranamaya, kısaca hayatı yakalamak için beklenmeyen aşırılıklara neden olur.

Hayata geç kalmışlık hissi, başkaları ile kendini kıyaslamaktan da kaynaklanabilir. Herkesin hayatı aynı hızda ve aynı akışta akıyormuş gibi , aynı şeyleri aynı sırayla yapmamız gerekiyormuş gibi bir kaygıya neden olur.

Toplumsal normlarla da ilgilidir. Etraftan duyduğumuz, öğrenerek büyüdüğümüz şeylerde bizi bu sızının kucağına iter. Şu yaşa kadar evlenmelisin , şu yaşa kadar çocuk sahibi olmalısın, o zamana kadar şu konuma gelmelisin gibi kalıplar bu sızıyı besleyerek büyütür.

Geç kalmışlık hissi, ’Yaşamak için çok geç, ölmek için çok erken ‘’ cümlesinin özetidir.‘’Demir tava geldi kömür bitti, akıl başa geldi ömür gitti’’ sözünün anahtar kelimesidir. Umutsuz yüzler, üzgün bakışlar ve ağlamaklı ses tonları, dile getirilen yaş ve yıl bahanelerini de bunu destekler.

Bazen gelip, bir süre konaklayan davetsiz misafir gibidir. Bazen de , planlanan şeylerin planladığı gibi gitmediği sürece hep tadılan bir duygu.

Hayata geç kaldım diyenler, ayaklarına dolanan demirden gülleler ile dolaşırlar. Bu ağırlık onları öyle bir yorar ki sonunda daha karamsar ve sitemkâr olup umutsuzluk girdabında debelenirler. "keşke şunu şunu yapmasaydım. keşke şurada şu adımı atsaydım. keşke biraz daha erken davransaydım" diyerek hayıflanır dururlar. Onlar hayıflanırken zaman ha bire akmaya, dünya ise kimseye aldırmadan dönmeye devam eder.

Biz geliriz tren gider, biz varırız gişe kapanır. Her şey hep tam zamanında olur ama nedense biz hep geç kaldık zannederiz. Yapmak’tan çok ‘olma’yı tercih ettiğimizde, bize çok şey söyleyebilecek bu hissi anlayamayız.

Geç kalmışlık biraz da hayattan beklenenler ile orantılı. Beklentiler arttıkça, tüm beklentiler gerçekleşmeyeceği için haliyle geç kalmışlık hissi de artacaktır.

Bu his bizi sık sık yoklamaya başladığında, sahip olduklarımıza dönüp bakmak ve şükür havuzunun suları ile serin bir duş almak yerinde olacaktır.

Kime göre, hangi saat dilimine göre geç kaldık bilemeyiz ama geç kalmışlık zehrinin panzehiri de yine kendisi. Her şeyin vaktiyle yaşandığına inanmak. Hemen kalkıp yaşamak lazım. Ömür biraz daha eksilmeden. Zira, dikkatsiz yaşadığın her an, geleceğinin geçmişi !