HAMAL

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitiren Turan Erdem ilk kez İstanbul doğusuna geçiyordu. Balkan Türkü bir ailenin bireyi olarak hep Kırklareli- İsanbul arasında gidip gelmişti. 4 yıllık öğrenciliği sırasında bile bir kez Üsküdar'a geçmişti; o kadar.

Haydarpaşa'dan bindiği tren Turan Erdem'i Konya'ya uaştırdı.

Ne yapacaktı orada ? Köy öğretmeni yetiştiren bir okula atanmıştı. Arkadaşlarına imreniyor, kaderine küsüyordu. Trende söylene söylene bir hal oldu.

'' Kadere bak yahu ! Arkadaşlarım Bursa'ya, Çanakkale'ye giderken...Benim azimetim nereye?''

'' Anam babam nasıl da istiyorlardı Edirne'ye atanmamı. Hadi orası olmadı; Alpullu da kabulümdü.''

Boşa koyuyor dolmuyor; doluya koyuyor almıyordu.

Konya Lisesi'ne atanmış bir arkadaşıyla yarenlik ede ede, eski günleri ana ana, hocalarını eleştire eleştire yolculuğunu  sürdürdü Turan Erdem. Arkadaşı Konya'da trenden inince özünü daha bir garip, yalnız, çaresiz duyumsadı.

Bozkırın insanı hüzünlendiren yalnızlığında yolcu treni kara dumanlarını yaya yaya ilerliyordu. Göz alabildiğine booşluk. Tek bir ağaç yok. Neden böyle. Bir Doçent anlatmıştı, Berlin-İstanbul-Bağdat trenlerinin Anadolu'da odunla çalıştığını, yolculara birer balta verilip ağaç kesmelerini istedikleri, bu nedenle tren yolları boyunca ağaca, çalıya, ormana rastlanmadığı...Hatta trenin bacasından çıkan kıvılcımların kuru otları yakması nedeniyle her yerin yandığını, artık ot bile yetişmediğini de anlatmıştı o Doçent.

Tren Karaman'dan sonra kuzeydoğuya yöneldi ve Ereğli'ye ulaştı. Turan Erdem gökçe göğertili yöreyi beğendi. Eylül ayında sapsarı bozkırdan sonra burası gözlere şölen sunuyordu.

İstasyon'da indi. İki bavulu vardı. Birinde kitapları, daktilosu, birinde giysileri ve anasının hazırlayıp koyduğu Edirne kaşarı tekeri.

Burada sadece iki kişi inmişti. Demek çok gelen giden yoktu Ereğli'ye.

Sağa sola baktı. Yine söylendi, homurdandı, sıdalandı.

'' Marmara Ereğlisi dururken...Kadere bak !  Karadeniz Ereğlisi orda beni beklerken . Bizi nereye verdiler ?''

Bavulları elinde kalakaldı.

Sağa baktı, sola baktı. Tamam, orda bir hamal duruyordu. Ak saçlı, amele gibi giysileri olan, ayaklarında kalın Beykoz kunduraları ( Güzeldi ayakkabısı.Artık kim verdiyse ).

'' Gel, gel !'' diye seslendi hamala.

Pazarlık yapmayı gereksiz gördü. Ne tutacaktı ki ! Parası vardı.Cebi bozuklukla doluydu.

'' Al bu bavulları. Köy öğretmen mektebi varmış, biliyorsun, değil mi? Oraya kadar taşı, bakalım.''

Hamal pek uysaldı. Kabullenmişti. Bir ara kaşlarını çatmış, sonra düşünceli düşünceli başını eğmişti.

Hamal önde, Turan Erdem arkada yürüdüler...Sular gürül gürül akıyor yol boyunca arklarda, bahçeleri suluyordu. Elmalar kızarmıştı. Çevresini seyrede seyrede, düşüncelere dalarak ...

'' Mualla katiyyen gelmez buraya. Güya sözlüyüz, ama İstanbul kızı. Beğenmez bu kırları. Yeşillikmiş, sular güzelmiş, onu ikna etmek zor...Varsa yoksa Boğaziçi, Çamlıca...Daha doğusu yok onun gönlünde.''

Yürü yürü...Yer yer yol tozlu, sular arklarından taşmış , toprağı çamur eylemiş.

Kendisi rahat, elinde yük yok. Babası yaşındaki hamal iyice yorulmuş. Şikayet etmeden iki bavulu taşıyor. Terlemiş. İkindi sonrası güneşi adamın boynunu kızartmış. Baktı, baktı; şikayet etmemeye karar verdi.

'' Baktım olmayacak, istifa ederim be !''

'' Döner İstanbul'a romanımı yazarım. Mualla'yla evlenirim. Ne bu be! Ben 4 yıl canımı dişime taktım bu vahşi memleketin çocuklarını okutmak için mi edebiyat tahsil ettim. Fakat hocalarım da elimden tutmadı ki. Hani herkes bana asistan gözüyle bakıyordu. Nerdee! Alakaları hitama eriverdi. Alacağınız olsun prof efendiler, doçent beyler...Ben boşuna mı Divan Edebiyatında ihtisas derecesinde ileri gittim. Kime ne öğreteceğim. Kim bilecek kıymetimi ?''

Hırslandı. Bir kez daha arkadaşlarını kıskandı. Alpullu'ya atanan arkadaşı Konyalıydı. Acaba becayişe razı olur muydu ? Hele, yeri yurdu belli olsun da sonra bir mektup yazardı artık.

Hamal iki tahta bavulu taşırken zorlanıyordu . Yokuşlar , yokuşlar... Artık bahçeler sona ermiş, kırların çırılçıplak kayalıkları görülmeğe başlamıştı. Ter döküyordu hamal...

'' Yahu, bunlar ne çarıklı erkaniharptir haa! Ya benden çok para isterse...Ya kavga çıkarırsa...''

Yürü yürü yürü...Pişman olmuştu bir fayton çevirmediğine. Bilmiyordu okulun yerini. Önceden hazırlık yapmamış, bilgi almamıştı. Neredeydi bu okul ? Dağ başına okul yapmak da kimin fikriydi yahu !

Hava kararmağa başlamıştı. Bozkırın hüzünlü yalnızlığı...

Akşam oldu hüzünlendim ben yine

Hasret kaldım gözlerinin rengine.

Semahat Özdenses'in seslendirdiği Nev'eser Kökdeş'in bestelediği bu şarkıyı söylerken hep gözleri yaşarırdı. İstanbul-Kırklareli treninde de Trakya kırlarının yoksulluğu, hüznü, çiğnenmişliği ağlatırdı onu.Fakat İç Anadolu bozkırının yalnızlığı daha dokunaklıydı.

Dağların yamacında ak ak yapılar belirdi. Alacakaranlıkta çadırlar da seçiliyordu. Yapı işçisi olduğu belli gençler, ustalar çadırların önünde ateş yakmışlar yemeklerini yapıyorlardı. Turan Erdem onları hayretle seyretti. Yanlarından geçerken, adamların ayağa kalkıp saygıyla şapkalarını ellerine almalarına da bir anlam veremedi, şaşkınlığı arttı.

'' Demek geldik ha. Burası öyle mi köy muallim mektebi denilen belalı yer,''

Hamal da bir tuhaftı. Hiç konuşmuyordu.

'' Kaç lira istiyorsun ? Söyle bakalım. İnsaflısından. Aman ha, istediğin para maaşımı geçmesin.''

Nükte yapmıştı. Ama, hamalda anlayacak kafa var mıydı ki? Nükte boşa gitmişti (yazık oldu).

Bir ak yapı. Okul Yönetimi yazılı bir levhanın önünde durdular.

Hamal cebinden bir anahtar çıkardı. Kapıyı açtı.

'' Haa,demek okulun müdürü bu hamala güveniyor ki, anahtarı teslim etmiş. İyi, benden fazla taşıma parası istemez. ''

Rahatladı. Yorgunluğu derinden duydu. Kaç kilometre yol gelmişlerdi. Belki 3 saat sürmüştü. Orta yaşlı hamal hiç şikayet etmemişti.

İçeri girdiler. Hamal, bavulları yere koydu. Müdürlük odası saman, toz kokuyordu. Pencereleri açtı adam. Masanın üstündeki sürahiden bir bardağa su doldurdu. Konuğa uzattı.

'' İç, '' dedi.

İlk kez duyuyordu ondan bir söz.

Sonra gitti hamal, masanın arkasındaki kollu sandalyeye oturdu.

'' Bu hamal da çok oluyor. İnsan haddini bilmeli canım. Evet müdür güveniyor olmalı, ama bu kadar şımarmak da iyi değil,'' diye düşündü genç adam.

Düşündüğünü söylemedi.

Hamal, genç adamın yüzüne dikkatli, sevecenlikle dolu bir sertlikle baktı.

'' Eveeet, Turan Erdem oğlum. Okulumuza hoş geldin. Şaşırdın değil mi? Yok yok, bana hiç borcun bulunmuyor. Rahat ol! Borcunu ödemen için Enstitümüzde görevini hakkıyla yapmanı bekliyoruz. O kadar. Tekrar hoş geldin.''

Kalktı, şaşkın şaşkın bakakalmış , lalü ebkem kesilmiş genç adamı kucakladı.

Hamalın adı Hamid Özmenek idi. İvriz Köy Enstitüsü Müdürü idi.

............................

13 Ağustos 2019. Ürgüp