GECE YAZILARI

Sükût ve sükûn denilince akla ilk gelen kelimeler vardır. Bir varmış bir yokmuş ile başlayan masal gibi hayatların, hayat gibi masallara dönüşü misali. Gece de bunlardan biri. Tek tük ayak sesleri ve bekleyişlerin ürperten soluğu. Aç ruhları emziren vakit. Gündüz kadar yaşanması gerekli, bazen uyku yüzünden boşa harcadığınız izlemini veren, gün pastasının el değmemiş dilimlerinden biri. Karanlık ve kuytudaki titrek gerçekliğin ta kendisi.

Gece ki, bitmez sanılan saniyelerin imparatorluğu. Kimine göre her bir yıldızına ayrı düşlerin fısıldandığı sohbet otağı. Kimine göre yetmeyen zamanların uzatmalarının oynandığı saha . Derin gölgeleri olan cüsseli bir düşünce mevsimi. Göz kapaklarına ilmek ilmek dokunan uykusuzluk . İç sesin en çok çıktığı zamanın arka fonu. Derin bir okyanusun içinde gezen kör bir balık debelenmesi. Bundandır insanın en çok sayıp sövmesi ve kabuğuna çekilip sınırlarını çizmesi.

Günün en cesur evresidir gece. Her bir eylemin ve söylemin dışa vurumunu kolaylaştır ha bire . Kendisiyle yüzleşmekten kaçanların ardına gizlendiği şeffaf ve kalın bir duvardır. Bazen de meçhul bir yarına usulca hazırlanan insanların ikinci dünyası. Biriken gözyaşlarının yanaklardan süzülerek, sadece ay ışığında görülebilen yollar açtığı sırlı vakit. Küçükken en büyük korkumuz, büyüyünce ise en sadık dostumuz. Uykusuzlara bahşedilen en şahane armağan.

Gece, dostanedir. Bu yüzdendir İsmet Özelin, karlı bir gece vaktinde dostunu uyandırış sebebi (1) Kimi zaman karanlığın kendini devşirdiği kimi zaman pencerenin dışındaki yağmur damlalarının içinize yağıyormuş gibi hissetmeye başladığınız andır. En az konuşulan en çok düşünülen derin nefeslerin alındığı saatlerin başlangıcıdır. Kepenklerini indirmiş üzgün dükkanlar ve sönen şehir ışıkları kadar gerçek, Islak yolların üzerine uzun şeritler halinde düşen otomobillerin ışıkları kadar izli.

Gece gündüzün, gündüz de gecenin habercisidir. Geceden gündüze, gündüzden geceye uzanan bir yol ve bir köprü vardır. Biri olmadan diğeri de olmaz. Geceyi gündüzle gündüzü de geceyle açıklamak, acıyı tatlıyla, sıcağı soğukla açıklamaya benzer. Birinin varlığı diğerinin varlığına bağlıdır. Biri olmadan diğeri de olmaz, olamaz. Gece biz insanlar için farklı ve renkli bir çeşnidir; bazen tadına doyamadığımız bir lezzet, bazen de değerini idrak edemediğimiz bir imkânlar manzumesidir. Gecenin sesini dinlemek, kokusunu tatmak, rengini yakından görmek, her şeyden önce bize bu toprakların dostu, doğal bir parçası olduğumuzu bize hatırlatır; insana bilgelik yolunda paha biçilmez bir potansiyeller sunar.(2)

Apaçık bir zahirdir gece dediğimiz zaman. Ne yalnızlığa açılan kapı , ne de korkutucu bir karanlıktır. Karanlığın yufka yüreğidir. Sarıp sarmalanan düğümlerin , yumuşak yatağıdır. Örtücülüğü ile müşfik bir anne kucağıdır sanki. Göğün siyah çarşafını cömertçe üzerimize örtmesi ve sükûnetin hücrelerde yankılanmasıdır. Mumların küçüldüğü ve ateşlerin büyüdüğü vakitlerdir geceler. Suskun dillerin dilidir. Bu yüzden İbrahim tenekeci ‘’Yeterince gece oldu; artık sessizliği sonuna kadar açabilirsiniz’’ der.

Zayıf yanların gün yüzüne çıktığı öyle bir zamandır ki , siyah peçesinin ardında tebessümle bekleyen nice şafağı gizler. Yıldızlarla sohbet için karanlığına teslim olduğun rengin hasbihalidir gece. Akreple yelkovanın nefeslerini tuttuğu , ay ve yıldızların dilini yuttuğu bir zaman dilimidir. Öksürüklü ve boyalı çığlıkların süsünden arınmış utangaç yüzüdür. Tavanda nem damlacıkları gibi asılı duran düşüncelerin koyulaştığı , duyguların sivrildiği, iç seslerin solistliğindeki bir konser havasıdır.

Düşüncelerin anasıdır gece. Bir tefekkürhane, bir muhasebe anı ve zemini farklılaştıran kutlu zaman dilimidir. Soruların cevaplarının arandığı bir atlastır ki, her rengi ayrı bir anahtar. Önce dünü , sonra bugünü gören binlerce gözü vardır gecenin. Maskelerin atıldığı, aynaya dimdik bakıldığı, zaafların , korkuların ve acıların en saf haliyle ortaya döküldüğü saatlerin vatanıdır o.

Bir kilo pamuk değil ama bir kilo demirdir gece. Duyguların hakikatini ılık ılık yüzlere çarpan, loş ışıklı bir labirenttir. Gündüzlerin elekten geçirildiği, fazlalıkların azaldığı, sigara dumanı altında kalmış boğuk bu zaman dilimi içinde , öfkeler daha kızgın, özlemler daha ağır ve umutlar daha keskindir. Düşlerin kutlu otağı ve dinginliğin bereketli durağıdır.

Peki gece, karanlığın, esrarengiz olmanın, sırların, kabusların mı göstergesidir, yoksa ruhsal ve bedensel dinginliğin, sessizliğin, sağduyunun, üretkenliğin, hayata daha bir sıkı tutunmak ve ona “merhaba” diyebilmek için bize uzatılmış bir el midir? Aslında, gece, ironik ve paradoksal bir mahiyete, karakteristik bir yapıya sahiptir. Bin bir Gece Masalları’nda ifadesini bulan “Bin bir gece” tabiri, sadece sayı olarak bin bir tane geceyi değil, aynı zamanda “gece”nin bin bir yüzünün, çok çeşitli ve zengin katmanlarının varlığına da işaret eder. Gecenin bin bir yüzünü, İbn Arabi’de ve Mevlana’da gördüğümüz, her nefes alış verişte, bu evrenin ve oradaki her şeyin değişmesi, dönüşmesi, her saniye farklı bir boyutta tezahür etmesi anaforu iyi açıklamaktadır.(2)

Sezai Karakoç ‘un dediği gibi ‘’ Geceye yenilmeyen her insana, ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır ‘’ Sancı verir ama muştusu daha tatlıdır. Ne getireceği belli olmayan bir gebelik halidir kimi zaman. Zifiri karanlığının altında nice aydınlıklar barındırır. Ya tamir eder ya keskinleştirir.

Geceler de hayata dahildir. Gecesini diriltmeyenin, gündüzü de ölmüştür. Nietzsche’nin "geceleri uyumayanların yolundan çekilin" sözü boşuna değil.Her gece, yavaş yavaş kanını pompalarken ışıklı şehre , zifiri karanlıkta dahi yıldızlar parlıyorsa halâ , umut var demektir. Güneş başka diyarlara, başka hayatlara umut olmaya gitmişken , aydınlığı kuşanıp yollara düşme vakti de gelmiştir. Zaten içi aydınlık olanın dışındaki tüm karanlıklar farazidir.

1) burakhancaliskan.wordpress.com

2 ) www.akkusilcesi.com - Yrd. Doç. Dr. Şahin EFİL