EŞİNİZIN DEDİKLERİNİ ÜSTÜNÜZE ALINMAYIN SADECE
DİKKATE ALIN!

Zira hakkınızda  ifade ettikleri aslında  sizi değil, sizin onun zihnindeki imajını yansıtmaktadır. Peki bu imaj nedir?

Ya sende görmek istedikleri ya da görmek istemedikleridir.
Görmek istedikleri daha çok evlenmeden önce söylediklerinde ortaya çıkar, ki  bu onun ihtiyaçları ile  doğru orantılıdır. 
Görmek istemedikleri ve hatta korkturkları da evlendikten sonra. 

Kişi evlenmeden önce neden korkuyorsa, ne ile karşılaşmak istemiyorsa onu evlendikten sonra karşısında bulur. Zira aslında bulduğu, kendi çağırdıklarıdır.
Örneğin evlenmeden önce aldatılma travması varsa, evlilik sürecinde hep bu korkuyu yaşar ve bunu çağırır. Ya da kişinin ezilme önyargısı varsa, yaşadıkları bununla ilgili olsa da olmasa da her olumsuzluğu buna bağlayacağı için verdiği tepkiler hep daha fazla olacak ve daha çok çözümsüzlük yaratacaktır. 
Zira süreci ne yaşadığımız değil onu nasıl anladığımız ve nasıl tepki verdiğimiz şekillendirecektir. 
İmaj olayına şimdi tersinden bakalım. Yani "Benim zihnimdeki o, Eşim " . Aslında gerçek o değildir. Bu, yıllar içerisinde varılabilecek bir menzildir. Ve tabi herkesin varamadığı, bazılarının eriştiği bir menzil. Gerçek O'na erişmek.
Daha da önemlisi " Kendimiz " ile olan ilişkimiz ile ilgili olandır. Tanıdığımızı zannettiğimiz ben , gerçek ben değildir. Ben' ın zihnimdeki yansımasıdır. Zaten o ben çoğu zaman ya çok ideal ve mükemmeldir, ya da çok aciz, zavallı ve kötü bir bendir. Ancak insan tanıdığını, gördüğünü zannettiği benden ibaret değildir. Aslolan insanın kendine ulaşabilmesidir. Kendini bulması, kendini bilmesidir. İşte o zaman evlilik ilişkisinde de diğer ilişkilerinde de  her şeyin boyutu değişecek, daha kolay çözümlenecektir.

İnsanlar evlendiğinde kuşaklar arası "Rol Aktarımı" yaşanır. Rol aktarımı, aldığımız "Eş ve Ebeveyn olma"  rolü ile alakalıdır. Bu anlamda ne görmüş isek büyük oranda onu yansıtırız. Yani anne babadan aldığımız rolleri canlandırır kendi benliğimizde tekrar oynarız. Ta ki bunun farkına varıp, bunu kabulleninceye kadar. Kabullendikten sonra da dönüşmeye gayret edersek bir şeyleri hayatımızda daha olumlu yöne kanalize edebiliriz. Dolayısıyla evliliğin ilk yıllarında Rol Aktarımı olayından dolayı gerçek benliklerimizi yansıtamayız. Ebeveynden aldığımız eş ve ebeveyn rollerini oynarız. Zaman içerisinde kendimizi keşfettikçe ayrışırız ve gerçek ben olmaya başlarız. Ancak kendimizi keşfedebilmemizin belirli şartları vardır :

1) Suçlamayı bırakmak, zira en kolayı budur. Herkes kendince haklı ve herkese göre diğeri suçludur. Burada kişi yaşadığı olumsuz durumda aldığı rolü göremez ve asıl değişmesi gerekene, yani kendine odaklanamaz.

2) Şikayetlenmeyi bırakmak. Toplumun veba salgını, ilişkileri kangrene çeviren ve çıkmaza sokan şey şikayetlenmektir. Anne çocuğunu, kadın kocasını, gelin kayınvalidesini şikayet ettiği sürece yaşadığı ilişki asla düzelmeyecek daha da kötüye gidecektir. Şikayetlenme,  sorumluluk almamak ile doğru orantılıdır. Onaylanma ihtiyacı vardır, çözüm arama yoktur.

3) Yaşadıklarını kendi üzerinden okumak. İnsan hayatta zaafları doğrultusunda imtihan olur. Yaşadığımız zorlukların boyutu zaaflarımızın oranı kadardır. Birine çok zor gelen diğerine çok kolay gelebilir. Dolayısıyla kendi zaaflarımızı güçlendirmez isek A şahsi ile değil B ile imtihan oluruz ama hep aynı şeyleri yaşar ve aynı sonuçları alırız.

4) Sorununu dikkate almak, önemsemek. Bize göre önemsiz bir konu yanımızdakini mutsuz ediyorsa bunu yargılamak ( bu da sorun mu, ne var ortada yediğin önünde yemediğin arkanda ) yerine, karşımızdaki insanın neden öyle anladığını, ne hissettiğini anlamaya çalışmak, çözüm bulunmasa dahi o insana kendini değerli hissettirecektir. Kendini iyi hisseden insan  sorunlarıyla daha kolay başedebilecektir.

5) Karşılaşmak, yani yüzleşmek. Hakkında ne düşündüğünü uygun zaman ve üslupta, suçlayıp yargılamadan ona aktarabilmek. Bunu yaparken anlattıklarımın " anladıklarım " olduğunu unutmadan ve duyacaklarımın da 
" anladiklari " olduğunu bilerek.
 Gerçeklik değil!

Psikoterapist Fatma Çakır Çalışkan