Çiftlerin genellikle anlaşamama sebebi olarak gördükleri ve olumsuz bir durum gibi değerlendirdikleri bu konu, gerçekte bir rahmet ve bir fırsattır. Elbette bu duruma uyum sağlayamamak çatışmanın zeminini oluşturur. Ancak dikkat edin asıl sorun durumun kendisi değil buna uyum sağlayamamaktır. 

Bazen, ilişkinin başlangıç sürecinde çift
 ' hele de severek evleniyorsa ' birbirini ruh ikizi gibi görür.  Bu bir algı yanılsamasıdır. 
Zira İnsan kendisinde yetersiz olanı arar. İhtiyacı olan özellikleri karşısında gördüğünde ona hayran olur, ondan hoşlanır ve onu çekici bulur. Bu durum arkadaşlık ilişkilerinde de böyledir. Dikkat edin sessiz sakın biri genellikle konuşkan cıvıl cıvıl biriyle yanyanadır. Pasif bir yapınız varsa genellikle baskın karakterli kişilerle birlikte olmaktan hoşlanırsınız. 
Ruh ikizi olarak gördüğünüz kişi gerçekte benliğinizin eksik parçalarına sahip olan  kişidir.

Daha derinlere inersek ,  zemini aynı olan yere iki farklı inşa oluşturmak gibidir ilişki. 
Birbirimizi tesadüfen bulmayız asla bilinçdışı olarak "Seçer, seçiliriz". Karşımızdaki bizden ne kadar farklı görünse de aslında derinlerde benimle aynı zeminin üstünde durmaktadır. Sadece tepkiler farklı tezahür eder. Bu farklılıklar doğru okunamadığı için sorunlar kronikleşir.

Gerçekte eş şeffaf bir ayna gibidir, kendini görebilmek için. Ancak bunu, kendine bakma cesareti olanlar sağlayabilir. 
İnsan kendi zaaflarını görmekte zorlanır ve hatta buna direnir. Bu yüzden sorunu hep karşı tarafta görür. Kendisinin o sorunun şekillenmesinde nasıl bir rol oynadığının çoğu zaman farkında olmaz. 

İnsanın davranışı, ilişki içerisinde olduğu kişi ile şekillenir. Bu yüzden benimle olan ilişkisinde baskın olan birisi, diğeriyle ilişkisinde tamamen pasif rol oynayabilir. Bu durum bizim için de geçerlidir. 

Evlilikte eşinin kendinden ayrı olan özelliklerini gören kişi bunu bir olumsuzluk gibi değerlendirdiğinde başka arayışlara girer. Doğru kişiyle evlenmediğini düşünerek mutluluğu dışarda (üçüncü şahısta) arayabilir. Ya da kendini işine adar, işkolik olur; bayanlar ise genellikle çocuklarına hayatlarını vakfeder, onlar için yaşarlar. Her iki durumda da sağlıksız bir aile modeli karşımıza çıkar. Bu durum mutsuz, sorun odaklı ve karamsar bireylerin oluşumuna zemin hazırlar. 
Böyle ailelerde, aile üyelerinden biri sürekli isyan eder ve sorun çıkarır. Ailenin sorunlu bireyi genellikle de çocuklardan biri olur. Yarattığı sorunlarla aileyi son derece yıpratır. Aslında bu birey o ailenin kurbanıdır. Ailede sağlıklı akmayan duygusal süreçler , o bireyin yarattığı sorunlarla aileyi biraraya getiren unsura dönüşür. 
Aile vakıalarında genellikle sorun çıkaran kurban getirilir ve onun düzeltilmesi istenir. 
Bu beklenti , gerçekte iç organlarında sorun olan bir hastanın vücudunda yaralar oluşmasıyla doktora gidip, vücudundaki yaraların iyileşmesi için talepte bulunmasına benzer. Oysa asıl hastalık içeridedir.

Peki sorunlar nasıl okunmalı zıtlıklar nasıl dönüştürülmeli?
Sorundan kaçan "aman sorun çıkmasın" diyen biri iseniz lütfen sorunlarla yüzleşmeyi ve risk almayı öğrenin. Aynı anda her şeyi idare etme gayretiniz bütünüyle beyhudedir. " Aman kırılmasın sakın beni yanlış anlamasın" diyerek hiçbir sorunu yönetemezsiniz. Bir durumu ya da sorunu yönetmek için net olmak, belirleyici olmak ve risk almak gereklidir.
Diğer taraftan sorunu çözmeden uyuyamıyorsanız lütfen sorunu kabullenmeye çalışın. Zira kabullenmeden hiçbir şeyi aşamayız. Burada kabullenmekten maksat " bu benim kaderim napayım sabredip susayım " demek değildir. Sorunun işlevini görmek ve hayatımızdaki rolünü okuyabilmektir. Hiçbir olumsuzluk sebepsiz ve hikmetsiz değildir, hele inanan biri için hiç değil.

Zıtlıkları dönüştürebilmek 5 altın kural :

1 ) Kendini dört dörtlük zannetme hastalığından kurtulmak
2 ) Haklılık zaafımızı aşmak
3 ) Şikâyet dilini kullanmayı bırakmak
4 ) Sorunu, sorun yaşadığımız kişi ile halletmeyi öğrenmek, başkasıyla değil. 
5 ) Kendini ve karşındakini anlamaya çalışmak,hayatı ezbere yaşamamak.

Psikolog/Psikoterapist
Fatma Çakır Çalışkan