Ego' nun en belirgin ve belirleyici özelliklerinden biri 'kontrol etme' eğiliminin olmasıdır.İnsan sahip olduğu her şeyi kontrol etmek ister: Bedenini,işini,arkadaşlarını,eşini,çocuğunu vb. Daha çok baskın karakterli kişilerde bu durum yoğun yaşanır.bBazı kişlerde de  sorumluluk hassasiyetiyle  doğru orantılıdır.
Ego sahip olduğu şeyleri aşırı benimsediği için onu artık farklı bir varlık olarak değerlendiremez,ona baktığında onun adına kendini görür,kendi doğrularını kendi inançlarını.Onun iyiliği adına ona zarar verir ancak bunu hiç fark etmeden yapar.
Sorumluluk hassasiyeti çok ve duyarlı olan insanlarda da ego nun kontrol mekanizması aktif çalşır. Bu kişiler çok fedakardır,sürekli bir çaba içerisindedirler. Ellerinden bi şey gelmediği ya da kendilerini yetersiz hissettikleri takdirde kendilerini suçlu hissederler. Hatta çoğu zaman bu kaygı onların bağırsak ve mide problemlerine dönüşür.
Belli oranda kontol mekanizması sağlıklıdır, tıpkı belli oranda kaygının, öfkenin hayatımızdaki işlevsel olduğu gibi. Ancak eğer bu yoğun kontrol etme eğilimi dengelenmez de aşırıya kaçılırsa, kişide sürekli bir huzursuzluk, kaygı oluşturur ve kişi ne yaparsa yapsın kendini yeterli hissedemez ve hep kendini suçlar. O kadar ki artık kendini görmemeye başlar,hep yapması gerekenlerle meşguldür zihni ancak bir türlü istediği verimi/başarıyı alamaz.
Örneğin üniversite sınavına hazırlanan ve ders çalışması gereken bir öğrencinin aşırı derecede çaba gösterip istediği sonucu alamaması gibi.
Ya da eğer bu hassasiyetimiz yakınlarımıza yönelikse 
Örneğin : Bir annenin çocuğuna olan hassasiyetini ele alırsak; Annenin çocuğuna olan aşırı duyarlılığı  ( onun adına sürekli  kaygılanması ya da müdahalesi ) ya çocuğun özgüvenini azaltır  ya da çocuğu aşırı tepkiselleştirir. Çocuk büyüdüğünde  ya annesi gibi aşırı duyarlı bir tip olur ve etrafındakileri sürekli kontrol etmeye çalışır  ya da duyarsız bir kişilik olur.
Peki ne yapmalı? Hiç mi müdahale olmamalı? Değil elbet. Müdahelenin kendisi değil , oluş şeklidir sonucu asıl belirleyen. 
Eğer çocuğumuzun inisiyatif sahibi olmasını, kendini tanımasını ve gerçekleştirmesini istiyorsak ona aşırı oranda müdahele etmemiz, süreci tam tersine çevirir ve ortaya hiç de istenilmeyen sonuçlar ( yalan söylemeler,gizli hareket etmeler,depresyonlar,rol yapmalar vs.)  çıkar.
Eğer doğru uslüb ile,sık sık değil belli aralıklarla, uygun zamanda ve hemen sonuç beklemeden müdahelede bulunursak; ve de amacımız  hemen sonuç almamak olursa uzun vadede güzel sonuçlar alırız. Eğer aşırı  beklentiye girersek yanılırız, bu yanılgı hayalkırıklığına bu da bizi agresifleşmeye iter. İstediğimiz sonuçları elde etmekteki aşırı beklentimiz , o şeyi elde etme sürecini uzatır ve en basit beklentilerimiz bile karşılanmaz hale gelir. 
Örneğin bir bayanın eşinden sürekli ilgi beklemesi.Bunu görememesi  durumunda eşini  suçlaması ve onu direkt ya da dolaylı baskılaması. 
Burada oluşan beklenti kaygısı sonucu ilgi bekleyen taraf bunu beklediği sürece sonuç alamayacak ve daha da kötüsü muhatabının duyarsızlığını arttıracaktır.
Sonuç : En basit beklentilerin bile gerçekleşmemesidir.
Burada ne yapmalı?
Öncelikle beklenti kaygısını ortadan kaldırabilmeli. Beklentilerimizi uygun bir dille ifade ettikten sonra karşılandığını görünce " ben söyleyince yaptıktan sonra ne anlamı var ?" demeden; karşılığını göremeyince de bunu        " değersizliğe, önemsenmemeye" değil  başka bir gerekçesinin de olabileceği ihtimaline bağlayarak anlamalıyız.

İçinde bulunduğumuz süreci nasıl yapılandırdığımızı anlayalım  ve hiçbir gerçekliği kendimizden bağımsız değerlendirmeyelim. Ancak tabii ki aşırı derece kişiselleştirmeden.

Sevgiyle ve huzurla kalın...
Psikoterapist:Fatma Çakır Çalışkan