18 mart Çanakkale Şehitlerini Anma Günü.
Çanakkale’de destan yazmış tüm Dünya ülkelerince kahramanlığı dillere destan olmuş bir milletin kurtuluşa erdiği, zafere yaklaştığı, önündeki yıllarda artık ışık ve umut gördüğü zaman….
Birçok resmi kurumda, televizyon kanallarında, okullarda ve sosyal medya üzerinde bugün ile alakalı programlar, söyleşiler, tiyatrolar ve kutlamalar yapılacak. Herkes bu konu ile alakalı kimi zaman hüzün kimi zaman gurur duyacak kimi zaman mağrur kimi zamanda müteşekkir hissedecek. Diyanet İşleri bu konuda hutbeler yayınlayacak mevlütler okutulacak. Herkes 1 günlüğüne köklerine bağlı atalarından gurur duyan şehitlerine üzülen bir hal alacak.

Peki ya ertesi gün ?
Bugün Seyit Onbaşıyı yadeden kişiler yarın evlenme programındaki Ahmet’in Mehmet’in Ayşe’nin Fatma’nın kiminle evleneceği konusuna dönecekler. Bugün savaşa  giderken sokakların almadığı kalabalığı, sonrasında savaş dönüşü tek tük gazilerin geldiğini konuşan insanlar dolar mı fırlamış avromu delirmiş onu konuşacak. Bugün sosyal medyada boy boy Çanakkale Şehitleri Anıtını, kocaman Türk Bayrağını ve vazgeçilmez Çanakkale Şehitleri’ne şiirini paylaşan herkes  ertesi gün dudağı büzülmüş selfielerine ve manzara resimlerine dönecek. Bugün Çanakkale Savaşı sırasında kahraman Mehmetçiğin yemek listesini konuşan herkes yarın bütün yemeklerden önce kurulmuş sofra ile selfiesini gösterecek.

Demem o ki 1 gün hatırlayacak sonra yok….
Neredeyse  hatırlanacak şehitlerin komutanların onbaşıların yaşadığı kendine yaşam tarzı belirlediği Vatan – Millet – Devlet – İslam düsturundan eser kalmamış, yozlaşmış olmanın hemen sınırında gezen yaşam tarzımızın  bir günlük reklam arasından sonra devamı gelecek…
Eee ama biz lafta her zaman Osmanlı torunuyuz? Ceddin Deden deyince bir yerde coşan bir ruhumuz var? Tuğra ve arapça vav harfi neredeyse tüm aksesuarlarımızda var ? Ama bütün bunlara rağmen yaşantımızda ve düsturumuzda bu konulardan eser yok…

Tabii ki sözüm meclisten dışarı. Elbette bu tanımlamalara uymayan bir sürü okur vardır aranızda ama genel görünüşün tamamiyle bu yönde olmadığı da su götürmez bir gerçek. Asıl merak ettiğim husus da tam burada devreye giriyor. Zafer  yılından bu yana daha henüz bir asır geçmişken kültürümüz nasıl bu hale geldi?
Şartlar bugünümüzden çok çok daha vahimken Uluslar arası güçler perde arkasından değil de artık direkt olarak cepheden savaş açmışken bu millet destan yazacak kadar güçlü bir iradeye  sahipti de üzerinden daha küçücük bir zaman dilimi geçince mi bunların hiçbirine uymayan yaşam biçimlerine sahip olduk?
Bir Milletin kendi özüne taban tabana zıt bir hale bürünmesi bu kadar mı kolay? Globallik denen illet bize bu kadar mı sirayet etti?
Tarihi bilmeden okumadan, mensubu olduğu dinin kitabını tam olarak bir kere bile okumadan, bu konuda yorum yapma, yapılan yorumu emir telakki etme ve buna göre yaşama hastalığı nerden bulaştı bize?
 
Kendi özümüzü kolayca ve insafsızca eleştirme, suçlu çıkarma ve ondan kaçma dürtüsü nerden geldi ve biz bunu neden kabul ettik?
Ecdat kelimesi anlamını yitiriyor sanırım. Geçmişteki büyükler atalar yerine geçmişimizdeki lekeler gibi gelmeye başlıyor artık. Bunun böyle olmasını isteyenlere dur demenin vakti gelmedi mi daha?
Kendi geçmişinden kaçmak istemek, yok sayıp suçlamak, bir Türk’e yakışan bir davranış mıdır?
Global dünya varsın bize uzak olsun bizi köklerimizden koparacaksa eğer. Köklerinden kopmuş artık toprak ile bir bağı kalmamış ikibin yıllık bir çınar bile kurumaya mahkum olur. Bizim taa Orta Asya’ya kadar  uzanan köklerimizi birileri bir şekilde koparmaya çalışıyor.
Bunun önüne geçmekte daha çok okumaktan, daha çok çalışmaktan, daha çok araştırmaktan geçiyor.  Televizyon öğrenciliğini, sosyal medya öğrenciliğini bırakıp biraz daha müspet öğrenim kaynaklarına yönelmek gerekiyor sanırım en azından ecdadın torunu olmaya yakışmak için….

GEÇMİŞİMİZİ GURUR, ONUR ve ŞÜKÜRLE YADEDEN VE BİZDEN SONRAKİ KUŞAKLARIN HEPSİNİN GEÇMİŞİNDEN GURUR, ONUR ve ŞÜKÜRLE BAHSETMESİ İÇİN ÇALIŞMAKTAN YILMAYAN TORUNLAR OLMAK TEMENNİSİ İLE….
 
 
Levent Ahmet MENEKŞE
18/03/2016