BİR YOL HİKÂYESİ

-Turgut,köye yolculuk ne zaman?
-Ekim ortasında gideceğim, niye sordun?
-Arabada başka kimse yoksa ben de geleyim, hem sana arkadaşlık ederim hem de memleket havası alırım.
-Gitme vakti yaklaşınca sana haber veririm.
Benzer konuşma birkaç defa tekrarlandı, daha önce de gidişlerimiz oldu. 17 Ekim sabahı yola çıktık bu sonuncusunda. Hafta sonu, trafik rahat. İlk durağımız yol üstünde çuvallarla soğanın kayılı olduğu bir yer. Turgut, her yıl kendisinin ve ablasının kışlık soğanını buradan alırmış. Bu Kılıçlı köyünün soğanı da pek ünlüymüş. Soğan satıcısı çiftçi, zayıf, sakalı uzamış, elli iki yaşında olduğunu söyleyen; ama yetmişinde görünen, poyrazın sanki kavurduğu bir adam. Ben dönüşte almaya karar veriyorum. Adamla kısa sohbetten sonra yola devam ediyoruz.
Kavurmuş yaylanın ayazı
Ne diş kalmış ağızda
Ne de vücutta bir dirhem et
"Yok beyim yok"diyor
"Şu kuru soğan da olmasa açız
Haydi güle güle, siz sağ
Ben selamet"

Kırıkkale'ye girdik. Verdiğim bir sözü yerine getirmek istedim. 1980'li yılların ortalarında Mucur Ortaokulu'nda çalışırken aynı sınıfta olan ikizlerden Mehmet'i görmek için. Yirmi kaç yıl sonra bu ikizlerle facebook aracılığı ile birbirimizi bulduk. Levent, Amasya Şeker Fabrikası laboratuvarında çalışıyormuş. Mehmet ise Kırıkkale'de diş hekimi. Yolumuzun üzeri olduğu için Mehmet'le görüştük. Babaları Talat Bey de o zamanlar Mucur Pancar Bölge Şefi'ydi. Dersine girmediğim; ama çok başarılı bir öğrenci olarak bildiğim ablasının eczanesinde kısa bir süre buluştuk Mehmet'le. Ankara Sakarya Caddesi'nde bira içme sözüyle ayrıldık. Bu da benim için geçip giden yaşamın ayrı bir tadı oldu. İkizleri üç yıl hiç ayıramamıştım birbirinden. Sınıfta soru sorunca "Mehmet" dersem, eğer soruyu Levent biliyorsa o kalkarmış veya tersi olurmuş.

" Ne güzel
Size değer verenleri görmek
Yıllardan sonra
Ama
Öyle acımasız ki zaman
"Hiç değişmemişsiniz hocam!" deseler de
Değişen daha o kadar çok şey var ki
Saçlardan başka "

Bozkırda uzayıp giden, yılan gibi kıvrılan yollar. Yol boyunda tek tük söğütten, kavaktan başka ağaç hak getire. Çıplak tepeler, tepeler...Boş tarlalar. Kırşehir'e giriyoruz. Adının tersine şehir içi epeyce yeşil. Dışına bakarsan adı tam kendine uygun. Ameliyat geçiren teyze oğlumu, Ömer belemi kısa ziyaretten sonra yakındaki bir yerden peynirli, yumurtalı dört çörek yaptırıp yola düşüyoruz. Belem; parmak üzümü, domates,biber de verdi ya, köyde onları iyice sardırıp yiyeceğiz.
İlicek'ten köy yoluna dönünce Turgut'un ilk sözü "Arkadaş, dışarda olunca burnumda tütüyor şu köy. Böyle gelip de görünce hevesim geçiyor." oldu. Niye geçiyor Turgut kardeşim? O kırk, elli sene önceki köy yok da ondan. Köy boşalmış, az sayıda insan kalmış. O insanlara elbetteki hiçbir sözümüz olamaz. Her zaman hoş beş edip hatır sorarlar; ama çiftçiliğin, hayvancılığın yok olduğu köyde köye özgü ne beklersin ki sen? Önce Turgut'un ayakta kalan baba evine gidiyoruz. Sağa sola bakıyor, "Anam daha Kayseri'ye gitmemiş." diyor. Yazın köyde kalan Saniye teyzeyi telefonla arıyor. Bu arada çöreklerle parmak üzümünü mideye indiriyoruz. Saniye teyze gelince de köy muhtarlığına, mezarlığa uğramak üzere yola çıkıyoruz.

" Evler evler
Kim bilir neler yaşandı
Nelere şahit oldu bu evler
Şimdi yıkık dökük hepsi
Arada avluyla çevrili kalmış
Tek tük evler
Olsa bile konuyla komşuyla
Bağları kopuk evler "

Köy muhtarlığında kimse yok. Köyle ilgili yazılarımı yeğenim Selçuk, kitapçık haline getirmişti. İki tanesini muhtarlığa vermek istedim. Duvarın dibinde oturan birkaç köylümüzle merhabalaştık. Kitaptan bazı bölümler okuduk. Okuduklarımızı Ali Deveci(Kaye'nin Ali), Sadi Akyürek ve İsmail Köksaldı(Kıfır Hacı'nın İsmail) çok sevdiler. Durup durup "Köyde de kalmadın ya, nereden hatırlıyorsun tüm bunları?" dediler. Geri uğrayacağımızı söyleyerek aşağı mezarlığa gittik. Uzun zamandır yağmur yağmadığı için her taraf toz içinde.Hele mezarlığın içi. Fare deliklerinden adım atacak yer yok. Yan yana yatan babamla anama, diğer yakınlarımıza görevimizi yaptıktan sonra Turgut her mezarın tek tek fotoğrafını çekti. Soyadlarına göre köy sitesine bu fotoğrafları koymuş. Bu paylaşımcı arkadaşıma gönülden teşekkürler. Böyle paylaşımları her zaman yapıyor.

" Bir zamanlar ne avlusu vardı bu mezarlığın
Ne de mermerden yapılmış mezarlar
Okudum taşları tek tek
Çocukluğumuzda, gençliğimizde
Hayata sarılıp yaşayanlar
Şimdi mezar taşlarında yazılı
Duygulandım
Neler neler düşündürdü bana
Onları böyle görmek"

Köye dönerken Turgut'un bir yakınının ikram ettiği köy ayranını içtik. O gün ablasında kalacak olan arkadaşım Kızılağıl köyüne giderken beni de İlicek'te eski adıyla "Bekleme"de bıraktı. Kayseri'ye gidip yakınlarımı, yeğenlerimi görecektim. Gittim, ölümünün üzerinden bir yıl geçen ağabeyimin çocuklarını, diğer yakınlarımı görmek beni mutlu etti. Onun mezarında hüzünlensem de ne yapalım, hayat bu. Günler, aylar, yıllar geçip giderken bu hayatı az da olsa renklendirmek gerek.
............................................................................
Numan Kurt