Yazabilmenin en önemli kaynağı yine o yazıyı yazandır. Yaşadığınız hayatı sizden iyi bilen olmaz. Yazarken beni en çok yaşadıklarımı anlatmak mutlu ediyor. “Bugün ben neler yaşadım? Anlatsam, yazsam okurlar mı, okuyanların ilgisini çeker mi?” demeden yaşananları yazmak gerektiğine inanlardanım.
Sekiz yıl önce , rahat edip torunlarını seveceği zamanda vefat eden ağabeyimin torununun düğünü vardı Kayseri’de. Hani şair demiş ya Sivas’ın Zara ilçesine sürgüne gönderilince: “Ankara nire/ Zara nire/ Dayanmak marifet/ Dayan bire” diye. Didim- Kayseri arası on altı saatlik bir yol olsa da ben böyle bir şey demedim. Tam aksine yakınlarımı, yeğenlerimi göreceğim için heyecanla , mutlulukla yola çıktım.
Rahat yolculuk yapmak için tek koltuk bileti bulma çabalarım boşa çıktı. Saat 17.00’de bindiğim otobüste koltuk arkadaşım bir genç. Denizli’ye kadar gidecekmiş. Selamlaşmanın dışında pek bir şey konuşmadık. Otobüs de yol üzerindeki her ile ilçeye uğruyor. Yan koltuktaki genç Denizli’de inince onun yerine ufak tefek orta yaşlarda birisi oturdu. İşin doğrusu benim gibi iri yarı, kilolu birinin gelmediğine ben de memnun oldum. Otobüs hareket edince ışıklar da söndürüldü. Bu arada bizim ufak tefek yol arkadaşı cebinden doksan dokuzluk beyaz bir tespih çıkardı. Gecenin saat on biri olduğu için yolcuların çoğu uyumuş, otobüste çıt yok. Bizim yolcu başladı “şık şık” tespih çekmeye. Ben de başta ağız şapırtısı olmak üzere bu tür seslere hasta olurum. Sessizlik içinde tespih şıkırtısı dinlerken adama doğru bir iki baksam da vatandaşın aldırdığı yok. Sonunda tespihten tuttum, arkadaş bana doğru tuhaf tuhaf baksa da yanlışını anlamış olacak ki “Özür dilerim!” anlamında başını sallayıp tespihi cebine koydu.
Uğradığımız yerlerin sayısını ben de unuttum; ama on altı saat sonra ertesi gün saat dokuzda Kayseri terminalindeydim. Ayaklar olmuştu birer kütük.
Okuyanları, yolculuğu adım adım anlatarak bıktıracak halim yok. Dediğim gibi düğün akşamı pek çok akrabayı, yeğenlerimi hele de kızımı, damadım ve torunum Duru’yu görmek ayrı bir mutluluktu benim için . Zaten bu düğünlerin eğlencesinden çok tanıdıkları, akrabaları görme olayını çok severim ben. Duru’nun düğün boyunca oynayışı, kimden duydu ya da gördüyse “Sekizinci sınıfa gelince ben de topuklu ayakkabı giyeceğim.” demesi düğünün en keyifli yanıydı.
……….
Bu yazıda asıl anlatmak istediğim dönüş yolculuğunda yaşadıklarım. Otobüste yan yana yolculuk ettiğim Burak Kolukırık’a bir söz vermiştim. “Bu karşılaşmamızı, tanışmamızı yazıp sana göndereceğim.” demiştim. Bu sözümü de yerine getiriyor, her satırı yazdıkça hem üzülüyor hem mutlu oluyorum.
Didim’e dönüş biletimi 11 Eylül Pazar günü saat 16.00’ya almıştım. Aynı şirketin otobüsü bu kez Ankara üzerinden dönüyordu Didim’e. “Ankara’ya giderken köyüme de otobüsün camından şöyle bir bakarım.” diye düşünürken yanımdaki koltuğa bir genç yaklaştı. O koltuğa otururken arka sıradaki bir genç “Nereye, Mucur’a mı gidiyorsun?” diye sordu. O da “Mucur’a gidiyorum.” dedi, biraz konuştuktan sonra yerine oturdu. Yanımdaki yolcuyla selamlaşmaktan başka uzun uzun konuşup onu rahatsız etmek gibi bir huyum yok. Bazıları yanınıza oturdu mu sormadığı bir anamızın, babamızın adı kalır. Ben yanıma aldığım gazeteler ya da kitapla meşgul olurum. Yoksa onca yol biter mi? Ayrıca böyle on altı saatlik yol da gitsem uyumak gibi bir âdetim yok. Uyku iyice şaşırtsa bile otobüsün her sallanışında uyanırım.
Yanıma oturan gencin Mucur’a gittiğini anlayınca duramadım:
“Merhaba delikanlı, Mucurlu musun?
“Evet Mucurluyum.”
Delikanlının çok kibar bir konuşması vardı. Ben yirmi iki yıl kaldığım Mucur’da soyadlarının çoğunu bildiğim için:
“Soyadın ne?”
“Kolukırık.”
“Gümüşkümbetli misin?”
“Babam oralı.”
“Doğan Kolukırık, Ramazan Kolukırık, Yalçın Kolukırık…Bunlar sizin soyadınızla tanıdıklarım…”
Belli ki genç yol arkadaşım Mucur’da yaşadığı için babasının köyünü çok bilmiyordu.
“Siz, Hayati Aktürk’ü tanır mısınız?”
“İyi tanırım, Öğretmen Evi yöneticisiydi, şimdi sanıyorum Halk Eğitim Merkezi Başkanı.”
“O, benim dayım olur.”
“Öyle mi, çok selamımı söyle.”
“Başüstüne, söylerim, sizin adınız neydi?”
“Benim adım Numan Kurt, Mucur’da uzun süre öğretmenlik yaptım.”
“Evet, adınızı duymuştum.”
Konuşmayı burada bitirdik. Ben, “Köyümüze yaklaşınca ortalık daha aydınlık olur, şöyle bir bakayım.” diye düşünürken “Aktürk” soyadı bende çağrışım yaptı. 1970’li yıllarda Mucur Ortaokulu’nda Ayşe Aktürk adında bir öğrencim vardı. Acaba bu genç Ayşe’nin oğlu olabilir miydi? Hayati Aktürk’ün , dayısı olduğunu söylediğine göre öyle bir ihtimal vardı. Merakım beni durdurmadı:
“Kaç doğumlusun sen Burak?”
“1989 doğumluyum.”
“Annenin adı neydi?”
“Ayşe…Ayşe Aktürk.”
Tahminimde yanılmamıştım. “MUCUR ORTAOKULU YILLARI” adlı facebooktaki albümümde Ayşe’yle iki fotoğrafımız vardı.
“Ayşe, benim öğrencim olur. Ortaokuldaki halini çok iyi hatırlıyorum. Şimdi baktıkça da seni çok benzetiyorum.”
“Evet, annem de o fotoğrafları bize gösterirdi; ama birkaç yıl önce vefat etti.”
Bir tuhaf olmuştum. Hayati’nin bir kardeşinin vefat ettiğini duymuştum; ama Ayşe’den hiç haberim olmamıştı.
“Allah rahmet eylesin, çok üzüldüm.”
Ayşe’ye selam göndermeyi düşünürken, onun oğlunu bir tesadüf sonucu tanımışken böyle bir durumla karşılaşmak, bir öğrencimin vefat haberini almak hem de oğlundan duymak beni gerçekten üzmüştü.
“Bayram için mi gidiyorsun?”
“Ben bir mobilya şirketinin muhasebe servisinde çalışıyorum. Nişanlıyım, hem ailemi hem nişanlımı göreceğim.”
“Annenin vefatı beni gerçekten üzdü. Seni tanıdığım için de çok mutlu oldum. “
“Ben de sizi tanıdığım için mutluyum.”
“Sana hayatta başarı, mutluluk, sağlık diliyorum. Bu yolculuğumuzu Ayşe’yi de anmak için yazıp sana göndereceğim. “
“Çok teşekkür ederim. Ben de sizi tanıdım, mutlu oldum.”
……………………………….
Mucur terminalinde vedalaştık. Hayat ne garip… 1970’li yıllarda ortaokulda öğrencim olan, şimdi rahmetlik olduğunu duyduğum Ayşe Aktürk’ün genç, kibar, efendi oğluyla beni bir otobüs yolculuğunda karşılaştırıyor. Burak, eve varınca bana facebook arkadaşlığı için istek göndermiş. Fotoğraflarında gördüğüm güzel nişanlısıyla ona mutluluklar diliyorum. Bu yazıyla beraber annesi Ayşe Aktürk’le grup olarak çektirdiğimiz iki fotoğrafı da ona göndereceğim.

“Yol uzayıp giderken bozkırda
Birden fark ettim
İşte şu düzlükteki köy benim köyümdü
Şöyle bir baktım camından otobüsün
‘Bak, Burak!” dedim
“Burası da benim köyüm”
Ne desin, gülümsedi delikanlı
Bilemezdi içimden geçenleri
İnip gezmek isterdim kırında, tarlalarında
Selam vermek isterdim üç beş köylüme
Bakmak isterdim
Şimdi bir akrabaya geçen kerpiçten evimize
Ama aklımdan çıkmadı
Genç yaşta geçip giden Ayşe
Bir daha baktım Mucur’a gelmeden
Delikanlıya
Ayşe’ye çok benzeyen bu temiz yüze”
……………………………………………………………………….

Numan Kurt