BİR KAMU BANKASI NASIL BATIRILDI ?
10 Eylül 2012 Pazartesi 10:09
 “ Cep telefonunuzu açık tutunuz. Yarın, Ankara’dan gelen müfettişler sizinle görüşecekler.”
Gün boyu süren uğultu dinmiş.
Son dersten sonra öğrenciler çekilmişler. Evlerine, Dağkapı’ya, Ofis’e gezmeğe gitmişler.
Akşam erken iner kış gününde.
Odamda bu buyruğu alınca bir an düşünüyorum.
Bankadan bir duyuru, ileti gelince insan rahatsız olur, kaygılanır.
Sümerbank’a bir hesap açtırmıştım. Bir yıl vadeli. Süresi dolmadan çekmiştim parayı. Ankara’dan gelen müfettişler benimle neyi, niçin görüşmek istiyorlardı.
O geceyi pek rahatsız geçirdim. Akşam, evde televizyonda film, belgesel izlesem de bakıyor, ama görmüyordum. Aklımda hep bankadan gelen “çağrı” vardı.
Uykumda  karmakarışık  rüyalar gördüm.
 
Saat 10-12 arasında dersim vardı.
Sabah, saat 8’de telefonum çaldı.
“ Telefonla olmayacak bu görüşme. Lütfen Dağkapı’daki şubeye kadar gelir misiniz?”
Kibar olmağa çalışan, ama buyruk tınılı bir ses …
Otobüsle gitsem gecikebilirim derse . Arabama binip gittim. Kar serpiştiriyordu.
 
“ Tasfiye halindeki Sümerbank…”
Yakın zamana değin kumaşımızı dokuyan fabrikanın, ayakkabımızı yapan işliklerin sahibi olan Banka. Adını Yüce Atatürk’ün koyduğu.
Öğünürdük, terziye verdiğimiz kumaş Sümerbank ürünü diye. İyi bir terzi elinden çıktı mı, insana yakışırdı, yaşlananı genç gösterirdi o giysi.
Tank gibi sağlamdı giydiğimiz pabuçlar: Beykoz işi derdik. Ayaklarımız üşümezdi giyende.
Sonra ne oldu?
Yediler, içtiler, özelleştirme adı altında yağmalanmasına göz yumdular. Dağıldı gitti anlı şanlı Cumhuriyet eseri…Daha niceleri gibi…
 
İki yorgun genç adam. Diplomat gibi. Koyu renk giysiler içinde…Pek şık, pek kibar…
Masanın üzeri dosyalarla, kalın kalın klasörlerle  dolu. Makbuzlar, yazılar…
Önce bir çay koydular önüme. İçmek istemedim. Israr ettiler. Fakültede eğitim öğretim ne durumda, öğrenmek istediler. Ben kısaca anlatırken, görüyordum ki, akılları başka yerde, beni dinlemiyorlar.
 
Kalın bir klasör çıkardılar.
O günlerin parasıyla 15 katrilyon  TL kredi almış birisi. Kim? Ben.
Yaşadığım süre içinde o denli çok parayı bir arada görmemişim.
O para, günümüz ölçülerine göre 15  milyon Türk Lirası demek.
Kan beynime sıçradı. Panikledim. Yüzümün apal olduğunu duyumsadım.
Kekeledim: “ Bankanız, o parayı kredi olarak bana mı ödemiş? “
Müfettiş kuşkulu bir bakışla senedi, sözleşmeyi gösterdi . “Evet, burada imzanız var.”
Gözlüğümü çıkarıp, saçsız başımın terini silip,  baktım;  imza benim değil. Adımın olduğu bölümde  “Emrullay Günay” yazıyor.
Kimlik kartımı çıkardım. Sakinleşmeğe çalıştım. “Panik yok !”
“ Bakın müfettiş bey, benim adım bu. Bu imza sahte. Bana ait değil.”
Bir an durdular, düşündüler, birbirlerine baktılar. Önce ciddi idiler. Sonra gülümsediler.
Söylenecek çok şey vardı. Sinirden titreyen sesimi  düzeltmeğe çalıştım.
“ Bir bakkalın veresiye defteri bile daha düzgün olur.”
“…………”
“ Peki, tanık yok mu, kredi alan kişinin ev adresi yok mu, kimlik fotokopisi yok mu?”
“…………”
“ Peki, krediyi veren yetkili kişi, bankanızın  müdürü ya da müdür yardımcısı?”
“ Soruşturuluyor efendim.”
“ Bu kadar laübali bir kredi verme süreci sonucunda bu büyük bankanın nasıl kapandığına artık şaşmamak gerekiyor. Benim adımı kullanan bir alçak adam, adi bir hiylebaz, imzamı taklid ederek, sahtekarlık yaparak büyük kredi çekiyor ve siz beni suçluyorsunuz. Tanık yok, imzaları yok. Kimdir bu kişi, esnaf mı, karapara sahibi mafya mı,  belli değil. İşimi gücümü bırakıp gelmişim;  benim zanlı gibi ifademi alıyorsunuz. Peki, bu krediyi veren kişilerin büyük bir komisyon aldığını da aklınıza getiriyor musunuz?” 
“ Her olasılığı değerlendiriyoruz hocam.”
“ Yazık. Dev fabrikaları olan bir Atatürk dönemi bankası kimlerin elinde kalıyor.”
“…………..”
“ Dersimin saati  yaklaşıyor. İşim bitmiştir. Ben gidiyorum.”
Genç müfettiş bir kağıdı önüme doğru sürüyor.
“ Hocam, buraya yazın. “Bu kredinin benimle hiçbir ilişkisi yoktur. Sümerbank’tan hiç kredi almadım”, deyin. “Bu imza da bana ait değildir,” deyin ve imzalayın. Bir de kimliğinizi rica edeyim. Fotokopisini temin edelim.”
 
Yazdım. Koca koca harflerle. Dediğinin dışında, suçlayıcı ifadeler de sıraladım. Müfettiş okudu, kızardı, meslekdaşına baktı. Bir şey demedi. Zile basıp çağırdığı bir genç kıza kimliğimi verdi, fotokopisini almasını söyledi.
 
Kimliğimin gelmesini bekledim. Camdan dışarısını seyrettim bir süre. Kar yağıyordu. Ayağa kalktı müfettişler. Yine aynı kibarlıkla elimi sıktılar. Kimliğimi geri verdiler. “İyi dersler hocam, teşekkür ederiz, sizi buraya kadar yorduk. Fakat biz de işimizin gereğini yapmak zorundayız. Kusura bakmayın,” dediler.
 
Dışarı çıktım.
Bir kamu bankası n asıl batırılmıştı, kimler yağmaya katılmıştı. Düşüne düşüne, arabamın direksiyonuna geçip, karlı yolları  aşıp, zaman zaman kayarak  okuluma döndüm.
 
O krediyi alan ve benim adımı kullanan sahtekar belki hala yaşıyordur.
Nerede? Belki Antalya’da, belki İstanbul’da, belki İzmir’de ya da Yalova’da.
Ne yapmıştır o büyük parayla ?  
Önce Mercedes almıştır, son model. Anlı şanlı adam, elbette uyduruk bir yerli araba alacak değil ya. Prestij önemli. Sonra, belki yıprak karısının üstüne bir “ferik” kuma getirmiştir. Giderek yaşlanan hatunu da küstürmemek için Urfa işi hasır bilezikler, zincirler, Diyarbekir gerdanlığı, tapusu onun üzerine ayrı bir villa…Sonra İstanbul’da oğulları için düğünler? Nerede? Hilton’un roofunda…Boru mu bu? O para harca harca biter mi? Sonra yurt dışı geziler, bol dövizli…Bitmedi; apartmanlar, yazlıklar…Öyle bir iki daire değil, apartmanın tümü…Ve, sanki baban denizciydi ! Sen denizi ilk kez 20 yaşında görmüş olsan da, niye geri kalasın zenginlerden? Denizde, yalının önünde bir kotra, yat…Nasıl olsa o kredi “geri ödemesiz” dir. Kim arar kim sorar ! Bu denli kolay işte.
 
“ Çaldın mı büyük çalacaksın, ”  sözü boşuna söylenmemiş…
 
Vay Türkiyem vay…Zulüm altındaki güzel ve mahzun memleketim…
Seni  kim, kimler bu hale getirdi ?